pınar öğünç
"evren beyne benzer, makineye değil. hayat şu anda anlatılan bir hikayedir. ilk gerçeklik hikayedir. tamircilik bana bunu öğretti." (john berger)
bulmacacı: bir bulmacada kelimelerin harf ve uzun kelimelerin sayısı ne kadar fazlaysa bulmaca o kadar değerlidir. kapalı karelerin sayısı arttıkça değerinden gider tabi. okuyucular genelde ancak yanlış bir soru, cevap çıktığı zaman arar. bulmaca hastaları zaten detaycı, titiz, biraz da takıntılı diyebileceğimiz insanlardır. (nedret erdoğdu)
faytoncu: at, sahibini tanır; şeker verirsin, sabah kalktığında, sonra yorulduğunda elini yüzünü, apış arasını yıkarsın. terlediğinde su verilmez, önce dinlendirirsin. beygir hayvanı çok hisli bir hayvandır. bir baksın anlar seni. sen ona sopayla vurursan o da sana vurur. insan gibidir, onların da hainleri çıkar arada, durup dururken arkadan vurur. yine de insandan vahşi bir şey yoktur. insan dediğin dağdan vahşi ayı indirip burnuna halka takıp oynatır. (ali kemal gücüyeter)
arşivci: sarı kağıt okumayı kolaylaştırır; bütün kutsal kitaplar sarı kağıda basılır. (mehmet çelik)
aynacı: evde çok ayna olması iyi bir şeydir; mekanı ferahlatır, derinlik verir; ama hep kendini görmekten de sıkılabilirsin. dengesizlik yapabilir ayna. kendisini merak eden, bakımlı insan aynayla ilişkilidir. kendisine bakmayan, aynaya da bakmaz. (mustafa evirgen)
egzozcu: egzoz dediğin çürür, sesi çoğalır. çürüdü mü bağırır zaten. 2 senede çürür mesela. ama tek egzoz da değil ki, baştan sona 3 egzoz vardır. artı borular, artı arkasına uç taktığın zaman 4 yerine geçer. ha bak mesela şu geçen arabanın egzozu patlak. ya da "abart" takmış. bağıran egzozlar var ya, onlara "abart" denir. genç insanlar sever. cezası da var ama takıyorlar işte. kulağa hoş geliyor. normal bir insana "gel takalım" desen, "e ben zaten bağırıyor diye geldim" der. hem de benzini daha çok yakar bağırttığında. (necmi usta)
lunaparkçı: gelen giden sayısı azaldı tabi yıllar içinde; çünkü önce yemeğini yiyeceksin, elbiseni alacaksın, sigaranı içeceksin, paran artarsa eğleneceksin. insanlar eğlenmeye geliyor; ama 3,5 milyon bilet fiyatını görünce frankenştayn'ın torunu gibi oluyor suratları. bir de yağmuru, karı kışı var. (rafet toksoy)
mısırcı: bende hem haşlama hem közde mısır var. bir gün biri daha çok gider, bir gün diğeri, belli olmaz. her zaman közlemenin kokusu caziptir insanlar açısından. biz de kömür yandıktan sonra, özellikle koku çıksın diye sakat mısırları yakarız. duman yapınca insan çekiyor, dumanı takip ederek geliyor insanlar. hele yemek vakitleri.. (erhan erol)
piyano satıcısı: taşıması ayrı zor tabi. bunun için bir ekibimiz var. yangın hortumlarından yapılan kayışlarla, iki kişi teraziye alarak taşır. o 210 kilo kaç kat çıkar. bir defasında 18. kata piyano sattık. ekibimizin olmadığı, taşıyıcılarla çalıştığımız dönemdi. arkadaşlar taşımak uzun sürer diye önceden zile basmıyor, 18 kat çıkarıyorlar. "hanımefendi piyanonuz" diye kapıyı çalıyorlar; fakat apartman 2 blokmuş. onlar a bloka çıkmışlar. (birol özbek)
takı tasarımcısı: italya'da tasarımda farklı kültürlerin yaratıcılığa nasıl yansıdığını görebiliyorsunuz. mesela japonlar çizimlerde çok titizdir, sinir bozucu bir şekilde çalışkandırlar. almanlarda tasarımlar hep kocaman parçalardır. amerikalıların genel zevksizliği takılara da yansır. italyanlar daha modanın içinde işler yaparlar. (bihter pekin)
veteriner: akşam 8'e kadar buradayız; ama gece acil vakalar da olabiliyor. en çok kedi köpekle haşır neşiriz tabii ki. en çok da kızgınlık dönemlerinde oradan buradan düşen kediler gelir. halk arasında kızgınlık zamanı olarak mart bilinir; ama havanın sıcaklığına ve kedinin bünyesine göre, kedi çiftleşinceye kadar kızgınlığı sürer. mart geçince bitmez yani. (celal karabulut)
yoğurtçu: yoğurt kimin icadı, orası karışık. türk icadı geçer; ama benim ailem bulgaristan'dan gelmiş, orada da yapıyorlarmış. zaten yoğurdun içindeki ana bakterinin adı bilmemneyus bulgarus. (alif sakkaf)
kuru temizlemeci: çok ütü hastaları vardır, her şeyi ütülü ister. ama ütüsüz iç çamaşırı ben de giymem. deterjan çünkü mikrop bırakır. hatta en önemli şey iç çamaşırını ütülemektir.
hiç çıkmayacak leke, koyu renklerde pas lekesi. açık renkte çıkma olasılığı var. sandık lekesi çıkmaz. saç boyası lekesinin ilacı hala bulunamadı. mürekkep çıkar ama pilot kalemlerinki çıkmaz. beklemiş çay, kahve, kan lekesi çıkmaz. (yaşar alel)
müze bekçisi: çivi yazısı hoşuma gitti, sempati duydum, o şekilde öğrendim. o zaman zaten türkiye'de çivi yazısını bilen çok azdı. ankara üniversitesi'nde vardı bir hoca, yurt dışında da bir iki tane. sonra yavaş yavaş çoğalmaya başladı. şu anda dünyada 38 kişi var, türkiye'de 23 oldu. ama kendi kendine öğrenen ben tekim, gerisi hepsi hocadır. onların hepsi benden bilge insanlardır. ben ortaokul mezunuyum. urartu'nun hiçbir kazısına yabancı kabul edilmiyor. türk arkeologlar çalışır. ben de yazılar çıktıkça bakardım. "bunlar da insanlar tarafından yazılmış bir şeydir. ben niye anlayamayayım?" diye düşünürdüm. en azından deneyeyim istedim. o sırada başka bir profesör vardı, sert de bir adamdı. ben "öğrenebilir miyim?" diye sorduğumda, "ne yapacaksın, zaten beceremezsin" diye sert çıktı. o biraz ağrıma gitti. ben de kendi kendime, tek tek kelimeleri çözmeye çalıştım. istanbul'a geldim, oktay (belli) hoca'ya danıştım. bir lügat aldım, oradan da çok faydalandım. çalıştım, çalıştım, çevirdim. sonra iran'a gittim, oradaki kitabeleri okudum. o şekilde geçti, benim için de zevkli bir şey oldu. gözlerimi kapadığımda hep yüzler gelir gözümün önüne. işte o insanlar bırakmışlardır bu izleri. çok isterdim 2800 yıl önce yaşamış olmak. 40 senedir bir dağın başındayım ben; hele istanbul'daki bunca insan çok fazla geliyor bana. (mehmet kuşman)
hoparlörcü: iyi müzik dinlemek zamanla olur. 100 milyona da hoparlör var, 100 bin dolara da. 100 milyonluk hoparlörden müzik dinlemeye alışmış bir kulağa 10 bin dolarlık bir hoparlör dinletseniz, o kulak uygun değildir. önce 1000 dolarlık, sonra 2 bin dolarlık.. kademe kademe eğitilir kulak. (musa sezak)
taksici: gündüzleri evde televizyon seyrediyorum daha ziyade. ben kovboy filmleri severim. bir de hayvanlar alemi. bana kalsa bütün aslanları vururum. doğa kanunu diye ellemiyorlar; ama öbür hayvan su içmeye gitmiş, geliyor aslan parçalıyor. çok vahşet. demek büyükler, küçükleri hep yiyor. insanlar gibi. (tevfik şatcı)
sinemacı: biri sorduğunda "freelance tasarımcıyım" diyorum. bu tabiri bulmaları çok iyi oldu. işsizim demenin en harika yolu "freelance". (hürel çobanoğlu)
kafe işletmecisi: 80 ihtilaline kadar bira da satardık. turist adam sabah kahvaltısında bira istiyor. "yok" deyince, 90 yaşındaki adam yüzünü buruşturuyor. ona alışmış çünkü, anlarım. benim sinir olduğum bizim enteller. onlara özenip sabah sabah bira içmezlerse entelliklerini kaybedeceklerini sanıyorlar. (doğan gündoğdu)