elif şafak
yağmur da hüzün gibi bir şey, yakalandın mı bir kez, azı çoğu yok artık.
katıksız bir kayıtsızlık var bugün bakışlarında, hani şu dünyada sadece üç türden insana has kayıtsızlık: ya umutsuzca saf, ya umutsuzca içe kapanık ya da umutsuzca umut dolu insanlara.
cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir, derler.
dinmeyen geçmeyen iç sıkıntısı hayatlarımızın özetidir. günbegün bezginliğe batıp çıkarız. kendi kültürümüzle kendi halkımızla travmatik bir karşılaşmadan korktuğumuz için bu tavşan deliğine tıkıldık kaldık.
tolstoy: bütün mutlu aileler birbirine benzerler ama her mutsuz ailenin mutsuzluğu farklıdır.
grup üyeleri ekseriya asya’nın annesi babası olacak yaştaydı. ancak tam da bu yaş farkıydı asya’yı cezbeden. onlara baktıkça hayatta “ilerleme” diye bir şey olmadığını anlıyordu. ellisindeki insanlar bu kadar kusurlu, böylesine çocuksa, on sekizinde büyümek için çabalamaya gerek kalmıyordu. demek ki bazı şeyler değişmiyordu hayatta: suratsız bir ergen isen, suratsız bir yetişkin, suratsız bir orta yaşlı, suratsız bir ihtiyar ve suratsız bir ölü oluyordun. şablon kalıcıydı. belki kulağa az biraz karamsar geliyordu ama en azından insanın beyhude yere mükemmellik aramaması gerektiğini gösteriyordu. yaşadıkça düzelmiyordu hayat, tıpkı yaşlanmakla büyümediği gibi kişinin. bu da bir teselliydi sonuçta. zamanla hiçbir şey değişmeyeceğine ve bu kusurluluk hali baki olduğuna göre asya da aynen olduğu gibi kalabilirdi. olanca kusurluluğuyla..
hiçbir şey insanları ortak bir düşman kadar hızla ve kuvvetle birbirine yakınlaştırmaz.
parçalı çocukluğu yüzünden halen bir süreklilik ya da aidiyet duygusu kazanamamıştı. kendi hayatını yaşamaya başlayabilmek için geçmişine yolculuk etmesi gerekiyordu.
kendini yok etmeye muktedirdi. inşa ettiklerini kendi elleriyle yerle bir etme eğilimi herkese has bir özellik değildir bu hayatta. bu çatı altında bu özellikten nasibini almış iki kişiden biriydi asya. gözlerinde usul usul parlıyordu kendi kendini yok etmenin o ağulu cazibesi.
geçmiş, kurtulmamız gereken bir pranga. insanı ezen bir külfet. geçmişim olmasaydı, hiçkimse olabilseydim, sıfır noktasından başlayıp orada ebediyen kalabilseydim.. tüy gibi hafif. aile yok, anı yok, hiçbir bokpüsür yok.
bir müddet hayli sert şeyler dinledim, bilirsin, alternatif müzik, punk, post-punk, endüstriyel metal, death metal, darkwave, psychedelic, biraz üçüncü dalga ska, biraz gotik.. öyle şeyler.
öyle şeyleri yoz ergenlerin ya da karakterden ziyade hiddet sahibi, yönünü şaşırmış yetişkinlerin paylaştığı kayıp bir müzik türü olarak görmeye alışık olan armanuş şaşırarak, "sahi mi?" diyebildi sadece.
edebiyatın gelişmek için özgürlüğe ihtiyacı vardır.
bir erkekle sevişmeden onun doğru insan olup olmadığının asla anlaşılamayacağına inanıyordu asya. insanların normalde hiç sezdirmedikleri, içlerine işlemiş komplekslerinin ancak yatakta su yüzüne çıktığını ve herkes ne düşünürse düşünsün, cinselliğin fiziksel bir şey olmaktan çok duyumsal bir şey olduğunu anlatabilecek miydi?
kendini öldürmek istiyorsan el altında bir gerekçe bulundurmalıydın, zira hayatta kalman halinde herkesten tekrar ve tekrar “neden” sorusunu duyacaktın. neden intihara kalkıştın?
bir hikayeyi tekrar tekrar dinlersen, anlatıyı içselleştirirsin. içselleştirdiğin anda da başkasının hikayesi olmaktan çıkar. hatta bir hikaye olmaktan bile çıkar, gerçek olur, senin gerçeğin. kendi gerçeğinmiş gibi canını dişine takıp mücadele edersin.
her türlü gürültüyü kaldırabiliyor ama sessizlikle başa çıkamıyor.
ona göre isyan etmeyen, kurulu düzeni ve tekmil adaletsizlikleri tevekkülle karşılayıp allah’ın rahmetinden sual etmeyen kişi ottan böcekten farksızdır. hayatın özü direnişte yatar. ancak direnenler insan gibi yaşar. geri kalan insanlar ikiye ayrılır: nebatgiller –her şeyle barışıktır bunlar- ve çay bardakları –pek çok şeyle barışık olmasalar da karşı çıkacak güce sahip değillerdir. birinci grup en habisi ama ikinci grup en zavallısıdır. zeliha teyze zayıflığı sevmez.
istanbullu bir kadın için demir feraset kuralı: eğer çay bardağı kadar kırılgansan ya kaynar suyla asla karşılaşmamanın bir yolunu bul ve ideal bir kocaya varıp ideal bir hayat sürmeyi umut et ya da yavrucuğum, bir an önce kırılmaya bak. bütünün bir işe yaramazsa kırıkların bir işe yarar belki.
istanbullu bir kadın için çelik feraset kuralı: bu şehirde tutunabilmek istiyorsan, sen sen ol, çay bardağı kadını olma.
j.j. rousseau: insan özgür doğar ama her yerde zincirlenir. gerçekte fark vahşinin kendi içinde yaşaması, sosyal insanınsa kendi dışında ve ancak başkalarının fikirlerinde yaşamasıdır, öyle ki kendi varlığını ancak onu ilgilendiren kişilerin hükümleri üzerinden hissedebilir.
bu dükkanda müşterilerimize salık verir, öneriler getiririz; an gelir, isteklerini reddereriz ama onları asla yargılamayız. asla neden diye sormayız. hayatta çok erken öğrendiğim bir şey varsa budur. insanları yargılarsan eğer, onlar da gidip inadına bildikleri gibi yaparlar.
zalimin geçmişle işi yok. mazlumun ise geçmişten başka tutunacak dalı yok.
piç olmak insanın babası olmamasından ziyade geçmişinin olmamasıdır.
uçlar ortalardan daha yakındır birbirine.
geleneksel bir ailedeki kara koyun olmanın böyle bir faysası vardır en azından. ne yaparsan yap, eminim kimse hayret etmez. delidir ne yapsa yeridir kontenjanından faydalanırsın.
sevgiye dair iki temel şey öğrenmişti onun sayesinde: birincisi, romantik tiplerin öyle afra tafrayla iddia ettiklerinin aksine, aşk denilen şey ilk görüşte çakan bir şimşekten ziyade zaman içinde gelişen ağır mı ağır bir akıntıydı. ikincisi, ne olursa olsun her insan sevmeye muktedirdi. kendisi bile.
insanların anormal koşullara çabucak alışma konusunda sergiledikleri beceri ne kadar şaşırtıcıydı. şartlar olağanüstü olduğunda tuhaflıkları normal kabul etmek insana özgü bir meziyetti.
bağışla beni, bir geleceğimin olabilmesi için hatıranın silinmesi lazım.
matem de bekaret gibidir. öyle her önüne gelene verilmez, hak edene saklamak gerekir.
potasyum siyanid saydam bir bileşiktir. potasyum tuzu ve hidrojen siyanid elementlerinden mürekkeptir. şekere benzer bir parça ve gayet kolay çözülür suda. bazı başka zehirli bileşiklerin aksine bariz bir kokusu vardır. hoş bir koku..
badem gibi kokar bu zehir. acı badem gibi.
bir kase aşure, olur ya kavrulmuş fındıkların ya da nar tanelerinin yanı sıra potasyum siyanid damlalarıyla da süslenirse, bu ikinci maddenin varlığını tespit etmek zordur. ne de olsa aşurenin doğal malzemeleri arasında da badem vardır. yiyen, kokuyu yadırgamaz. son ana kadar neyi kaşıklamakta olduğunu anlamaz.