ece temelkuran
bu, insana dair ve ulusu olmayan bir hınçtır: en derin yara, yaranın hikayesi duyulmadığında alınandır. en vahşi vietnam, en kanlı filistin, en kederli lübnan, en kırık diyarbakır, yanık sivas, en ağıtlı küçükarmutlu, en hazin mamak, hikayelerin anlatılmadığı yerlerde kurulur.
dünya kocaman bir hikayedir. o hikayenin neresine düşer senin varlığın, herhalde bu meraktır insanı geçmişe baktıran. ve geçmişte, ekseriyetle, korkunç sırlar vardır, hep kan.
her kötü hikaye, yanında hayata dair bir bilgiyle gelir.
dayanamayanlar, zarif ruhlar gittiğine göre geride kalanlar, bizler yani, kaba ruhlar mıyız acaba? belki de biz türümüzün en kötü örnekleriyiz. yani en zarif olanlar evrim sürecinde yok olup gittiyse, belki de biz, şimdi yaşamakta olanlar, türümüzün en vahşi, en kaba temsilcileriyiz. ama biz, kaba vahşiler, bir şeyi biliyoruz: o gidenler, kalanlardan daha çok acı çekecekler. çünkü yarım kalmış bir hikayeden daha çok kanayan hiçbir şey yoktur.
başkalarının hikayelerini dinlemeyenler, bir gün hikayelerini anlatacak kimse bulamayabilirler.
benim evim sensin. birlikte yaşanan hikayeler, insanları birbirinin evi yapar.
kimse aslında kimsenin yerine koyamaz kendini. çünkü herkes kendidir, kimse bir başkası olamaz. tahmin edebilirsin, anlamaya çalışabilirsin ve bazen hakikaten de hiç anlamayabilirsin. yapabileceğin tek şey bilmeye çalışmak, en başta da söylediğim gibi, birbirimizin hikayesinden haberli olmak, dinlemek ve duymaktır. insana düşen, en anlayamadığının varlığını kabul etmek, göz göze gelmeyi göze almaktır.
hikayeler çığlıklardan daha güçlüdür. hikayeler, gürültülerden daha uzun sürer.