nihat genç
imam hutbede, müslümanlar küs olmaz, selamlaşmak allah'ın emridir, dedi. imam dedi ki, ilk selamlaşanlar adem ile havva'dır. cami çıkışında imama muhtar sordu, "hocam ilk siktiri kim çekti?"
sağcılar anadan doğma keloğlandır, otoriteye bağımlı, şansa, tesadüfe inanan, kazanmak için bu hayatta, mutlaka bir yol aranıp bulunabileceğine safça inanırlar. solcular, anadan doğma tilkidir. planla, akıllarıyla hareket eder, otoriteden nefret eder, fazlasıyla kritik yaparlar, bu yüzden bin parçaya bölünür, her şeyi eleştirerek hayatta yaşanacak bir şey bırakmazlar, elinden tutunacak hiçbir değer, umut kalmaz. sağcılar malkoçoğlu gibi fedai filmlerine, solcular tek başına bağımsız yaşayan kovboy filmlerine hastadır.
hacıbayram'a bitişik ogüst tapınağının altında kocaman teneke bir levha: "bu alan altındağ belediyesi tarafından düzenlenmiştir." yazıyor. tabela, düzenlenen alandan daha büyük.
dünyanın tüm okullarında, tüm beden eğitimi derslerinin ilk dersi, "takla" atmayı öğretmektir. çünkü, bebekler yürümeyi öğrenirken önce düşmeyi öğrenir. bir sporcu düşmeyi bilmezse, takla atmayı refleks haline getirmezse, bodoslama, yüzükoyun yere düşer. aydınlarımız iki yüzyıldır, şahlanmayı, ayağa kalkmayı öğretiyor ve her nesil kollarını, ayaklarını kırıyor. bakın hala, istanbul'un fethini öğretiyorlar. bu nesle birileri "düşmeyi" öğretsin. bir tarafımızı kırmadan "düşebilmek."
cahilliğin ne olduğunu insan kurban vermeden anlayamıyor.
o yıllarda kadınların sokakta üstlerini başlarını toplayıp düzeltmesi büyük ayıplardan sayılırdı. toplum bu hakkı kocakarıların düşen çoraplarını toplaması için dahi vermemişti. bu yüzden, kızlar için tek başına sokağa çıkmak, tek parça köprü ayağı taşıyan büyük tırlar gibi, tüm yokuş ve dar sokaklarda, yavaş, kontrollü, nerdeyse freni patlayacak gibi, çok temkinli yol almak demekti. (ülkemizdeki kadınların sokakta berduşvari rahat hareketleri, 68 öğrenci olaylarıyla başlar. 68'in solcu kızları, uzun ve yağlı saçları, yıkanmamış kirli kot pantolonları, rastgele giydikleri erkek kabanlarıyla bu topraklarda tüm reform hareketlerinden daha etkili oldu; sokaktaki ciddi, kontrollü kadını rahatlaştırıp hızla laubalileştirdiler.)
geceleri devleşir çocukluk sevgilim.
neden tanrı'nın yan mahallelerde büyümüş çocukların dudak kenarlarına çok fazla; ama çok fazla tuz koyduğunu hala anlayabilmiş değilim.
aşık olma koşullarının imkansızlığı aşkı gülünçleştirir; ama imkansızlıkla baş etmek, hayat denen bu maceranın niteliğini artırır. belki de topluluk içindeki bireyin özgürlüğü, onurunun adı: aşk.
meclis, bu yaşlılarla tıka basa doldurulmuş, ülkenin en pis odası! iğrenç bir gösteri siyaset, bir bulantı. tiksindirici, bozguncu, şekilsiz, anlamsız bir bütün. gizlenmiş hainlikler, gizlenmiş hırsızlıklar, gizlenmiş alçaklıklar, gizlenmiş, peşkeş çekilmiş acımasızlıklar! düzenbaz yağdanlıklar, budala sekreterleri, gülünç ihtiyarla dolu meclis! cıvık konuşmalar, geçimsiz adamlar sürüsü! adalete, hukuka ve halka, her gün bozgun yaşatmaktan keyif alan yaşlılar. kalabalıkların, halkın canını yakmak için orada örgütlenmişler. her gün bir yasa, her gün bir insan, her gün bir erdem, her gün bir insanlık değerini çiğneyip boklaştırırlar. hepsi bir köşede sıkıntı, ilgisizlikten kavruldukları için siyaset yapıyorlar. sahneleri türkiye kadar büyük, üç günlük bebek, seksen yaşında ihtiyar, her gün onların balgam suratlarını ekrandan görür! yüzleri sümükle ovulmuş ihtiyarlar! kalın derili, kalıp dudaklı bu adamlar, her gün konuşmaktan, ekrana çıkmaktan yorulmaz. her gün denizin üstünde yüzen boklar gibi kanal kanal ekranda yüzdürülürler!
insan dilenciye gönlünden ne koparsa verir; ama işini aşkla yapana gönlünü verir.
sadece yalnız insanların güçlü hikayeleri vardır.
yoksulluk ve cehalet, iyilik ve kötülük bilmez. cehalet ve yoksulluğun hiç merhameti yoktur.
mısır, lahana, hamsi. bu besinler, karadeniz'de doğan her çocuğa talihsiz bir beden veriyor. volkan gibi kavurup, enerji fışkırtan bedenini genç bir çocuğun uslandırması, kontrol etmesi mümkün değil, yürüyen bir trafo. her bir karadeniz erkeği dev bir teknoloji. bu karmaşık teknolojiyi ancak babaerkil, hiyerarşik yasaklarla bir nebze dindirmek mümkün. durmaksızın hareket eden motor gibi insanlar. bu teknolojiyi mafya, devlet yüzyıllardır kullandı. türk devleti, türk mafyası kabakçı'dan beri laz uşaklarını baş köşeye oturttu. kabakçı'dan beri osmanlı sarayı, topal osman'dan beri cumhuriyet hükümetleri korumalarını hep karadeniz'den seçti.
tabiatın tasarladığı tam bir deliliktir karadenizlinin bedeni. bitki ve hayvanlardan elde edilen besinin enerjisini hemen orada harcamak zorunda. bedenindeki gerilim o dakikada denetimden mermi hızıyla çıkar. karadenizli çocuk; ani kararlar, reflekslerle, bedenini yakan inanılmaz sıcaklığın kurbanı, kölesi olur.
zehirli bir ok iftira. ilkel insanların, ucuna zehir sürdükleri kargılarına benziyor. onur kırmaktan öte. kişiliğinizi infilak ettiriyor. bir anda patlıyorsunuz. iftira atan adamı en fazla cahillikle, yalancılıkla suçlarsınız. ama iftiranın kurbanı çok kötü durumda. daha da aşağı çekiliyor. kötülükler içinde capcanlı yaşayan en büyük felaket iftira. iftira, hızlı, derinden hemen kana karışır. iftira zehrinin rengi tamdır. ruha hızla giren bıçak gibi. iftirayı koruyan geleneksel sözler de vardır. ateş olmayan yerden duman çıkmaz. yarası olmayan gocunmaz. hikaye.
psikopat olmasaydım yazar da olamazdım; yazarlık için gerekli şey, ancak ruh hastalarına özel derin hayal gücüdür, bu hayal gücü, derin korkular ve derin aşağılık duygularıyla açığa çıkar.
insan gurbette düşünceye dalarsa meyve gibi çürür.
içinde fatih, kanuni, mustafa kemal, selçuklular, savaşlar dolu milli tarih tezlerinin ağır müfredatları mütevazı ölçülerle çekilmeli. yerine, ağırlıklı olarak ovalarımız, ürünlerimiz, akarsularımız, denizlerimiz, bitkilerimiz, ürünlerimiz ve endüstrilerimizle yepyeni bir coğrafya, yepyeni bir kültür teziyle yeni bir tarih yazmak zorundayız. imf ve kim, hangi niyetle masamıza gelirse gelsin, "bütün dünya bizi sikecek" korkusuyla götümüzü büzüp oturmaktan başka işe yaramıyor bu tarihçi ideolojiler. bu milli tarihçi, bu avcı ideolojiler, imf ve serbest piyasaya karşı oldukları bu yüzyıllık sloganlarla, ancak batı'nın kapatması, metresi, cariyesi, orospusu olurlar.
bitpazarlarının yalnızlık duygusuyla derin ilişkisi var. bitpazarları, kayıp zamanların kayıp eşyalarını sunar bize. alışveriş zarafetinin kovulduğu büyük pazarların, mağazaların aksine, alışverişin bir sanatçı zarafetiyle yaşatıldığı yerlerdir. tiyatro hayatın sadizmini, bitpazarı acımasız ekonominin sadizmini yok eder. ekonominin yeraltıdır bitpazarı. acımasız piyasanın hala yaşayan vicdanıdır. onurumuz kırılmadan alışveriş yapacağımız tek yerdir.