5.05.2010

cehalet

pascal

ne beni dünyaya kim koydu biliyorum, ne dünyanın ne olduğunu ne de kim olduğumu; her şeyden yana feci bir cehalet içindeyim. vücudum nedir, hislerim, ruhum ne, söylediğim şeyleri düşünen, her şey hakkında odluğu gibi kendi hakkında da düşünen ve kendini de başka şeylerden çok bilmeyen bendeki şu şey nedir bilmiyorum.

kainatın beni kuşatan dehşetengiz mesafelerini görüyorum ve bu muazzam uzam içerisinde bir köşeye ilişmişim; neden başka bir yere değil de buraya konulduğumu bilmeden ve bana verilmiş şu kısa ömrün niçin benden evvelki ve sonraki sonsuz süre içinde bir başka an değil de şu anda olduğunu bilmeden. her tarafta, sadece bir anlığına kalıp geri dönüşsüzce kaybolan bir gölgeymişim, bir atommuşum gibi etrafımı kuşatmış sonsuzluklar görüyorum. tek bildiğim yakında ölmem gerektiği; fakat hakkında hiç mi hiçbir şey bilmediğim şey ise tam da bu kaçınamayacağım ölümün kendisi.

nereden geldiğimi bilmediğim gibi nereye gittiğimi de bilmiyorum. bu dünyadan ayrılınca ya ebedi hiçliğe ya da öfkeli bir tanrı'nın eline düşeceğimi biliyorum sadece; iki halden hangisinin payıma düşeceğinden habersiz. işte, acziyet ve belirsizlikle dolu halim. ve bütün bunlardan, ömrümün her gününü başıma ne gelecek diye düşünmeden geçirmem gerektiği sonucuna varıyorum.

belki kuşkularım içinde bir parça ışık bulabilirdim; fakat külfete girmek, aramak için bir adım atmak istemiyorum. ve sonra, bu gaileyle dertlenenleri küçümseyerek, önümü görmeden fakat korku da duymadan o büyük olayla yüzleşmeye gitmek, telaşlanmadan, geleceğimden, ebedi hayattan yana belirsizlik içinde ölüme doğru sürüklenmeye kendimi bırakmak istiyorum.

böyle konuşan biriyle kim dost olmak ister? kendi işlerini anlatmak için başkaları varken onu kim seçer? sıkıntılı zamanında kim ona başvurur? ve böyle birinin hayatta kime ne faydası dokunabilir?