connie palmen
yazmak bana her zaman kendi çelişkisini içinde barındıran bir istekle ilişkili gibi gelmiştir. insan yazarak ulaşmak istediği her ne olursa olsun -aşk, avuntu, anlayış, ün- istediğine ulaşmak için başkalarından mümkün olduğunca uzak kalmak ve tümüyle kabuğuna çekilmek zorundadır; ama diğer yandan, insana en çok istediği şeyi de ancak başkaları verebilir.
birisine, gerçeğin sizin için ne olduğunu anlatmak istediğinizde, aynı zamanda onun yüzüne bakmak zorundaysanız, gerçeği bu şekilde dile getirmek neredeyse imkansız olduğundan, bu zahmetli bir girişim olacaktır. bu durumda sürekli yeni gerçekler ortaya çıkar.
ama en kötüsü de şudur: gerçek ve yazma eylemi birbiriyle bağdaşamaz. eğer insan dünyanın emme gücüne karşı yeterince direnç göstermiş ve sonsuz yolculuklardan sonra sessiz odasındaki masasının başına varmışsa, bunu çabuk fark eder. orada oturursunuz ve içtenlikle dürüst olmak istersiniz, dünyanın inceleyen gözleri karşısında, yapmakta sürekli başarısız olduğunuz şeyi yapmak istersiniz.
dürüst olmak çok zordur. insan yazarken bu konuda daha az sorun yaşandığını sanır; çünkü yazarken, sizi yalan söylemeye, hiçbir zaman yapmayacağınız ve söyleyemeyeceğiniz şeyleri yapmaya ve söylemeye zorlayan insanların seslerinden, gözlerinden ve kulaklarından uzaktasınızdır. yani öylece oturur ve yazarsınız, her şeyi gerçeğe sadık kalarak yazarsınız, yazdıklarınızı bir kez daha okursunuz ve dehşetle fark edersiniz ki, yazıya dökülmüş gerçek, gündelik yalanlardan daha kötü ve çok daha çirkin bir yalan gibi görünmektedir. bu nedenle, çok sayıda insan yazdığı halde, az sayıda insan yazar olur. çoğu kişi tam bu noktada bırakır. bu gerçekten de iç bulandırıcı bir durumdur.
sayfaları, yazmış olmanın yazana kötü geldiği ve sonuçta okunması mümkün olmayan satırlarla doldurmaya yıllarca katlanacak hiçbir insan yoktur. devam etmek isteyen kişi, yeni baştan yalan söylemek zorundadır. gerçeğe duyulan özlem aynı kalır; ama aynı beceri, gerçeği, üzerinde yalan söyleyerek ifade etmektir.