muriel barbery
insanlar eylemlerin değil, sözcüklerin güç sahibi olduğu bir dünyada yaşıyorlar; nihai yetenek dile hakim olmak. korkunç bir şey bu! çünkü özünde, bizler yemek yemek, uyumak, üremek, fethetmek ve kendi alanımızda güvenlik sağlamak için programlanmış primatlarız. insanlar zayıfların egemen olduğu bir dünyada yaşıyorlar. bu bizim hayvan doğamıza korkunç bir hakaret, bir tür sapkınlık ve derin bir çelişkidir.
kendi kesinliklerimizin ötesini asla göremiyoruz ve daha ciddisi, buluşmaktan, karşılaşmaktan vazgeçtik. bu daimi aynalarda kendimizi tanımadan yalnızca kendimizle karşılaşıyoruz. eğer kendimizi fark edersek, başkasında yalnız kendimize baktığımızın, çölde tek başımıza olduğumuzun bilincine varırsak, deliririz.
evrim üzerine, uygarlık üzerine ve böyle bir yığın büyük laf üzerine istediğimiz kadar konuşalım, istediğimiz kadar önemli söylevler verelim, insan başlangıcından bu yana pek bir ilerleme kaydetmedi: bu dünyadaki varlığının bir tesadüf olmadığına ve çoğunlukla iyi niyetli olan tanrıların kendisine göz kulak olduğuna daima inanıyor.
belli ki yetişkinler zaman zaman durup yaşamlarının nasıl bir facia olduğunu düşünüyorlar. ama o zaman da bir şey anlamadan sızlanıp duruyorlar ve hep aynı cama çarpan sinekler gibi, çırpınıyor, ıstırap çekiyor, yıkılıyor, çöküyorlar ve kendilerini gitmek istemedikleri yere sürükleyen olaylar zinciri üzerine düşünüyorlar.
insanlar yıldızların peşinden koştuklarını sanırlar; ama sonları bir kavanozun içindeki kırmızı balık gibidir.
yaşam saçmaysa eğer, bu yaşamda parlak bir başarı göstermenin başarısızlıktan daha değerli olmadığını belli ki kimse düşünmemiş. başarılı olmak daha rahat yalnızca. üstelik bence başarı, aklı başında insana acı verir; vasat zekalar ise her zaman bir şeyler umarlar.
yapmayı bilenler yapıyorlar, yapmayı bilmeyenler öğretiyorlar, öğretmeyi bilmeyenler öğretmenlere öğretiyorlar ve öğretmenlere öğretmeyi bilmeyenler politika yapıyor.
arzu! bizi taşıyan ve çarmıha geren odur. bizi önceki gün kaybettiğimiz ama güneş doğduğunda yeniden bir fetih alanı gibi gördüğümüz muharebe alanına her gün yeniden taşır. yarın ölecekken, unufak olmaya mahkum imparatorluklar inşa ettirir bize. sanat, arzusuz duygudur.
ben, yapılacak tek bir şey olduğu kanısındayım: doğma nedenimizi bulmak ve bunu elimizden geldiğince iyi, bütün gücümüzle, öküz altında buzağı aramadan ve bizim hayvan doğamızda tanrısallık olduğunu sanmadan yerine getirmek. ölüm bizi alacakken yapıcı bir şeyler yapmakta olduğumuz duygusuna ancak o zaman varırız. özgürlük, karar, irade, bütün bunlar kuruntudan ibarettir. arıların yazgısını paylaşmadan bal yapabileceğimizi sanıyoruz; ama biz de görevlerini yerine getirmeye ve sonra da ölmeye mahkum zavallı arılardan başka bir şey değiliz.