doğan hızlan
romancı-avukat esat mahmut karakurt, ünlü "afrodit" davasında yaptığı savunma ile "müstehcenlik" kavramına bir açıklık getirmiştir.
kısaca "afrodit" davasına değinelim:
pierre louys adlı fransız yazarının "afrodit"ini nasuhi baydar dilimize çevirdi. savcılık da bu kitap hakkında "müstehcen" diye dava açtı. "afrodit" davası, 1940 yılının kanlı savaş günlerinin gazetelerinin birinci sayfasında yer aldı. bu davada yalnız müstehcenlik kavramını düşünmemek gerekiyor. sanatın müstehcenlikten ayrıldığı noktanın, yerin saptanması bu davada düğümleniyordu. uygarlık anlayışının, cumhuriyet sonrası düşünce özgürlüğünün yerleşip yerleşmediğinin belgesi bu dava olacaktı.
cumhuriyet, akşam, tan bu davaya ağırlık verdiler. işte esat mahmut karakurt, burada iki kimliğini -avukatlık, romancılık- birleştirerek gerçekten unutulmaz, o yılların kuşağının belleklerinde yer eden bir savunma yaptı. mustafa şekip (tunç), sadrettin celal (antel) ve ali nihat (tarlan)'dan oluşan bilirkişi kurulu ve talim terbiye dairesi'nin verdiği raporlar kitabın müstehcen olmadığı görüşündeydi. savcılık ise iddiasını sürdürüyordu.
esat mahmut karakurt’un, "afrodit"in aklanmasını sağlayan savunmasından bir bölümü aşağıya aktarıyorum:
"nezaketine ve nezahatine ve bilhassa hüsnüniyetine emin olduğum istanbul müddeiumumisinin üç saatten fazla süren iddiasını büyük bir haz ve o nisbette de büyük bir teessürle dinledim.
iddia makamı, piyer louys'den iki parça bulup getirdi. fakat ben isterlerse kendilerine; okuduklarını gölgede bırakacak 312 parça getirip okuyabilirim şimdi. isterlerse nedim'in, nefi'nin, baki'nin divanlarından; incil'den, tevrat'tan parçalar okuyayım. isterlerse şimdi nedim'in hammamiyesini açarak dejenere olmuş bir bedbaht mahbubun; hamamın gölgeli bir köşesine uzanmış yatan nedim'in yanına gelerek ona nasıl sarılıp öpmek istediğini ve nedim'in de bu iffetsiz, ahlaksız oğlanın göğsünde çıkan tüyleri göstererek, "nasıl güneş bulutlanmaya başlamış!" diye devam eden parçasını okuyayım? isterler mi? tevrat'ı açarak hazreti lut'un bizzat kendi sulbünden hasıl olan iki kızının arasına girip onları nasıl inlete inlete istifraş ettiğini tasvir eden faslı tekrarlayayım mı? ve gene aziz müddeiumumi isterler mi ki incil'in kapağını kaldırarak daha dünyayı tanımayacak kadar küçük bir kızı; 100 tane karısı olan peygamber süleyman'ın nasıl bağırta bağırta hurma ağacının altına sürükleyip götürdüğünü hikaye eden fıkrayı okuyayım? ve gene isterler mi? sure-i yusuf'tan bir sayfa açıp "mısır kadınlarının; onun güzelliği karşısında nasıl kendilerini kaybederek tenasül aletlerinden kan bıraktıklarını" burada okuyayım?
şimdi soruyorum sayın müddeiumumiye: bütün bu klasik edebiyatımız ve bütün kütüb-ü mukaddese de mi müstehcen?
allah da mı -haşa- müstehcen neşriyat yapmış?