yol daha uzunmuş vuslattan
anladım farkı neden sonra
tohumdan başka şeymiş bitki
umut bir ağaçtır, gökleri sarar
martı bir majesküldür
küçük bir çocuğun yazdığı
sevmek kuşların
bir an boş bıraktıkları ağaçtır
sen köpük tohumusun bıçağımı bıraksam
köprünün dilisin çağırsam suyu
uyanılmış uykusun bahçeyle konuşsam
denizin uzaklardan getirdiği
yabancı, anlamsız bir şeyim
eskiyen söz simya gibidir
taş, bakarsın, altın oluverir
hem yaşıyordum, hem yaşamıyordum
yeşil gibi, dikey gibi, ses gibi
ellerin bana öyle gereklidir
bilinmedik sokaklara çıkardım
düş müydü gün doğmalarımız göze görünmeden
yüreğimiz bomboş göğü zaman mezarlığımızın
iki mızrak saplanmış şarap tulumlarımızdan
kadına yakılar hazırlatan horlanmış kuşku
çiğ etleri gibi kervan sofralarının gizli
üzüntü kokar bekleyiş kumulunda yağmurlar
çorak gecenin damında korku yıldönümleri
ben yağmurun kum saatiyim
nice göğün düşüp öldüğü yerde
taşın ilkçağıdır yüreğim
kazdı durdu bahçemizi bunca yıl acı
umutsuzluğumuz insan kalmak içindi
gizdi soyluluk veren yaşama
ancak kendi bulduğumuzu anlayabiliriz
bu da bağımsızlık ve yalnızlık demektir
yirminci yüzyılı yaşadım
tedirginliğimizin zorbalığıdır sanrılar
ve tohumun beklenmedik gürültüsüyle
çıplak su gibi yinelenir zaman
gök yüzünde usumuzun dirliği
"dumanlısı güzeldir türkülerin
havalanan bir şey olmalı mısra"
(paul verlaine)
"eksiklik, kusur bizim cennetimizdir."
(wallace stevens)