21.08.2008

ilk kudas törenleri

arthur rimbaud


şu köy kiliseleri zırvanın zırvasıdır
direkleri kirleten on beş küçük yumurcak
ayaklarından gelen kokular gibi ağır
aptalca vaazları dinler hırıldayarak
yaşam yürür, dallardan sızan güneş uyarır
yaşlı renkleri, çarpık camlardan uzanarak

oysa taşlar, burcu burcu, anaç toprak kokar
toprak kokar, görkemle titreyen yeşil kırda
kızıl dağ yollarının kıyısında başaklar
çakal eriklerinin göverdiği dallarda
kara dutta ve de dağ güllerinde yaşam var
yaşam var, al toprağa bürünmüş çakıllarda

her yüzyıl saygınlaşır bu hangar kiliseler
mavi kireç şerbeti ve saygınlaşmış sütle
papazın vızıltısı sofuluk ise eğer
sinekler de kutsal mı? güneşli tabanından
hanları, ahırları soluyan bu sinekler

çocuklar mı? tutsaktır sessizce evlerinde
evler özentilerin, özenlerin yuvası
çıkarlar kiliseden, isa'nın parmakları
kaynaşır karıncalar gibi derilerinde
kararmış alınları güneşe salsın diye
gürgen ağaçlarının gölgesinde, bir çatı
sunulmuş saygıdeğer şu papaz efendiye

işte ilk kara giysi, en güzel pasta günü
resimlerin dibinde, napolyon, pöti tambur
altında, josefler ve martalar dillerini
çıkarıp sırıtarak ayini bekler durur
sonunda ne kalacak, iki kart, iki anı
böyle ham hayallerle çocuklar uğurlanır

kızlar kiliselerin demirbaşı gibidir
akşam duası ile, görevler biter bitmez
gençlere cilve yapar, kırılıp dökülürler
oğlanlara gelince, yanlarına varılmaz
kahvelerde tanınmış evleri çekiştirir
ve acayip şarkılar söylerler avaz avaz

ya papaz efendimiz? duası bittiği an
rüzgar taşırken uzak ezgisini dansların
özlemiyle tutuşur kudas çocuklarının
günah demez, ürperir parmak uçlarına dek
-ve sonra gece gelir, sessiz, sahile çıkan
gece, kara korsanı yaldızlı ufukların

şöyle bir baktı papaz bekleyen kurbanlara
kimi işçi çocuğu, kimi zengin çocuğu
kaçın kurrası papaz, elbette bula bula
bir bekçinin zavallı, yoksul kızını buldu
"tanrı bu kızı uygun gördü büyük gün için
rahmetini kar gibi yağdıracak alnına."

yarın büyük gün, bakın.. birden fenalaşıyor
ayinden daha garip, hırlıyor yatağında
sarsılıyor yüreği kanatlanmış bir tende
-yatak solgun sayılmaz- ama çocuk soluyor

eski aptal kızlara aşkla uçuyor gibi
ellerini göğsüne koymuş mırıldanıyor
sayıyor isaları, sayıyor melekleri
sayıp erden kızları, "oy ölüyorum.." diyor

"oy! adonai! diyor -ölü bir dilde kalmış
tanrısal göğüslerin saf kanına bulanmış
kırmızı alınları yıkıyor yeşil gökler
güneşlere büyük karlı çamaşırlar düşüyor

-şimdi ve gelecekte hep erden kalmak için
dişleyip koparıyor rahmetin otlarını
söyle sion ecesi, bunca çabalar niçin
bağışın zambaklardan, reçellerden de tatlı

hem sonra, erden meryem yalnız incil'de vardır
gizemin kanadı da kopuverir bakarsın
yerini kırık dökük görüntüleri alır
bakırlaşmış hüznüyle kocamış tahtaların

hem sonra, o kem gözler, art niyetli meraklar
mavilikler içinde göksel çamaşırların
isa'nın çıplaklığını gizleyen abanın
yöresinde bastırıp düşü yıldırıyorlar

çaresi yok, istiyor, yıkıma uğramış ruh
hıçkırıklarla oyulmuş yataktaki alın
"şefkatin ışıkları hiç eksilmesin" diyor
salyalar.. -ve karanlık, üstünde çatıların

kıvranıyor kızcağız, dönüyor sağa sola
ateş içinde yanan kalçasını, göğsünü
hava serinletsin diye bir el usulca
kaldırıyor yatağının mavi örtüsünü

uyandı -gece yarısı- pencere beyazdı
mavi uykuya dalmış perdelerin önünde
hayal, pazar beyazlığını soyup çıkardı
kırmızı düş görmüştü. burnu kanıyor işte

tanrı katında, ne kadar güçsüz kalsa bile
kendini bir o kadar yücelmiş sanıyordu
tatlı göklerin bakışı altındaki geceye
kanmamıştı ve susamış yürek kanıyordu

genç coşkuları gri sessizliğinde boğan
kızoğlankız meryem de aynı ateşle yandı
kanayan yüreğinin tanıksız ve çığlıksız
isyanını boşalttığı geceye susadı

hem kurban hem zevceydi, onu böyle yaratan
yıldızı izliyordu: gömleğin, beyaz tayfın
kuruduğu avluya indi elinde mumla
doğruldu kara hayaletleri çatıların

geçirdi kutsal gecesini ayakyolunda
yandaki yıkılmış avlunun az ötesinden
kızıl karaya çalan bir asma, beyaz hava
akıyordu mumuna tavanın deliğinden

göğün camları kızıl altınla kapladığı
avluda ışıktan bir yürekti küçük pencere
kanlı sular kokan kaldırımlar acılıydı
kara uykular yüklü duvarların dibinde

varlıklarıyla hala dünyaları çarpıtan
ey kepaze deliler, kim dile getirecek
kinden doğan dertleri, iğrenç acımaları
kızın tenini cüzzam yiyip bitirdiği an

ve bir aşk gecesinin hüzünlü sabahında
isterik arzuları yüreğine gömerek
ve acılar içinde, bu kız ne söyleyecek
kızoğlankız meryemler düşleyen aşığına

"öldürdüm biliyor musun, usul usul seni
aldım yüreğini, ağzını, nen var nen yoksa
ve şimdi sayrıyım, n'olur, yatırsınlar beni
gece sularının ölüleri arasına

çok gençtim, isa oldu soluğumu kirleten
doldurdu tüm pislikleri gırtlağıma dek
yünler kadar derin saçlarımı öpüyordun sen
hoşlanıyordum.. oh! umurumda değil artık

bilinç nice iğrenç dehşetlerin tutsağıdır
erkekler! bilmezsiniz ki en sevdalı kadın
en orospu ve en hüzünlü olan kadındır
acısını çekiyor sizlere sığınmanın

o kudasla bana olan oldu yeterince
bu yüzden öpüşlerin yabancı, neyin nesi
bilemedim; teninin okşadığı tenimde
kaynaşıyor hala isa'nın kokmuş nefesi"

bunları söyleyince kızın çürümüş, üzgün
ruhuna oluk oluk kargışların yağacak
ahret tutkularından kurtularak, çocuklar
ırzına geçilmedik kin'inde uzanacak

ey güçlerimizin sürekli hırsızı isa
iki bin yıldır o solgun yüzüne adadın
utançla, ağrılarla toprağa çivilenmiş
ve devrilmiş alnını hüzün kadınlarının