16.10.2010

ütopya

thomas more

servetin ve özgürlüğün olduğu yerde, insanlar katı ve adaletsiz buyruklara sabırla boyun eğmeyi zul sayar. buna karşın yoksulluk ve kıtlık insanları köreltir, uysallaştırır ve isyana hazır cüretkar ruhları eze eze öğütür.

kralların meclisinde felsefenin yeri olmaz.

bilgeler caddelere dökülen halkın sağanak halde yağan yağmurdan iliklerine kadar ıslandıklarını görünce onca dil dökerler; ama insanları bir türlü yağmurun altından kaçıp evlerine girmeye ikna edemezler. dışarı çıksalar, bu kez kendileri de diğerleri gibi ıslanacak, kimseye bir faydaları olmayacaktır. bu yüzden evlerinde kalırlar; diğerlerinin budalalığını tedavi edememiş olsalar da hiç değilse kendilerini güvenceye alır ve bununla yetinirler.

kibir için zenginliğin ölçüsü kendisinin neye sahip olduğu değil, başkalarının neye sahip olmadığıdır.

özel mülkiyet tamamıyla terk edilmedikçe, malların eşit ve adil bir yöntemle dağıtılması ya da insanların yaşamının refaha kavuşması olanaksızdır. özel mülkiyet varolduğu sürece insanlığın en büyük ve en faydalı kesimi yoksulluğun ve çetin yaşamın getirdiği kaygıların malum yükü altında ezilecektir. kabul, bu yük bir dereceye kadar hafifletilebilir; ama asla tamamen ortadan kaldırılamaz.

belki bir yasa çıkarırsınız ve insanların belli bir dönüm araziden fazlasına sahip olamayacağını ya da belirlenmiş meşru bir gelirin üstünde gelir elde edemeyeceğini söylersiniz. birtakım başka yasalarla kralın haddinden fazla güç sahibi olmasını, halkın da fazla asi olmasını önlersiniz. iyileşme umudu hiç kalmayan hasta bir bedeni sürekli pansuman yaparak canlı tutmaya çalışır gibi, bu tür yasalarla toplumsal marazları bir dereceye kadar hafifletebilir, yumuşatabilirsiniz. ama özel mülkiyet var olduğu sürece bunların tamamen iyileşmesini ve sağlıklı bir doğaya kavuşmasını asla bekleyemezsiniz. çünkü bedenin bir kısmındaki yarayı iyileştireceğim derken başka bir kısmında daha kocaman yaralar açarsınız. bir yaraya verdiğiniz ilaç başka bir yerde hastalığa neden olur. çünkü bir taraftan almadıkça diğer tarafa hiçbir şey veremezsiniz.

mezarı olmayanı gökyüzü örter.

bazen yapacak bir şey kalmadığında zorunluluk sizi cesur kılar.

hırsızlara uygulanan idam cezası aslında hiçbir hukuka sığmaz, kamuya da pek yararı yok. çünkü hırsızlık yapandan intikamınızı bu kadar zalimce aldığınız halde, insanları hiçbir şekilde bu işten vazgeçiremiyorsunuz. adi hırsızlık bir insanın kellesini uçuracak kadar büyük bir suç sayılamaz; geçimini bir şekilde karşılayamayan insana ne kadar büyük ceza verirseniz verin onu hırsızlıktan alıkoyamazsınız. hırsızlık yapana ağır ve korkunç cezalar vermeden önce, insanlara yaşamlarını idame ettirecekleri imkanlar sunarsanız, hiç kimseyi ölümü bile göze almak pahasına hırsızlık yapmak zorunda bırakmazsanız, sonuçta kazançlı çıkan yine siz olursunuz.

bir hırsızın ya da bir katilin eşit şekilde cezalandırılmasının toplum için ne denli yanlış ve ne denli zararlı olacağını bilmeyen yoktur. çünkü bir hırsız hırsızlığa mahkum olmanın katilliğe mahkum olmak kadar tehlikeli olduğunu bilirse, sadece parasını çalıp kaçacağı adamı bu kez bir de öldürecektir. çünkü nasıl olsa yakalandığında çok daha büyük bir tehlikeyle karşılaşmayacaktır; hatta cinayet onun için daha büyük bir güvencedir; çünkü olayın tek tanığı ortadan kalkınca işlenen suçu gizleme olasılığı da artacaktır. demek ki biz hırsızların gözünü bu kadar acımasızca korkutalım derken, aslında onları masum insanları katletmeye sürüklüyoruz.