louis-ferdinand celine
sözcüklerden asla yeterince sakınmayız; öyle zararsız gibi durur sözcükler, tehlikeli bir halleri falan yoktur elbette, hava cıva, ağızdan çıkan birtakım sesler, etliye sütlüye karışmayan, kulaktan girip beynin o kocaman gevşek gri dokusunun müthiş sıkıntısı tarafından kolayca emilebilen. onlardan sakınmayız, sözcüklerden, felaketler de öyle gelir zaten.
bir zamanlar sıradan, değerli, bazen de ürkütücü bir halde bıraktığımız yaşamın ve varlıkların ve onlarla birlikte nesnelerin de her seferinde biraz daha içimizde yumuşadıklarını, büzüştüklerini görürüz. bizler keyif peşinde ya da karnımızı doyurma amacıyla kentin içinde koşuştururken ölüm korkusu işte tüm bunlara kırışıklıklarıyla damgasını vurmuştur bile.
yıllar sonra bunları yeniden düşündükçe, bazen kimilerinin kullanmış oldukları sözcükleri ve bizzat o kişileri yeniden yakalayabilmek mümkün olsa keşke diyesi geliyor insanın, bize tam olarak ne demek istemiş olduklarını sormak için. ama giden gitmiş! o zamanlar onları anlayacak kadar eğitimli değilmişiz. oysa merak ediyor insan, hani olur ya, şimdi fikir değiştirmişler midir acep diye. ama artık iş işten geçmiş. bitmiş! kimse onlar hakkında hiçbir şey bilmiyor artık. bu durumda gecenin içindeki yolculuğunuzu tek başınıza sürdürmekten başka çare de kalmıyor. gerçek yol arkadaşlarımızı yitirmişiz. üstelik, henüz iş işten geçmeden, doğru soruyu, esas soruyu da soramamışız onlara. onların yanındayken bilememişiz. yitik insan. zaten her zaman geç kalmaz mıyız? bütün bunlar artık beş para etmeyen son pişmanlıklardır.