elimi uzatsam tutardı
yıldızsız teknemdi inip çıkan gece
kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz
kara yakındı önce, hem çok yakın
denizleyin inip çıkan önümde
bir tanrının atardamarı
açtım, yorgundum ama uykum yoktu
günlerce yekesiz, yelkensiz
ne de çok kuş takılmıştı ardımıza
ne çok harman gördüm köpükten beyaz
açtım, yorgundum ama uykum yoktu
güneşler hala sağımda solumda
sürer gibiydi açık deniz
deniz en ince hayvanı belleğin
nerden kalktım, o rıhtım, o çan
bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti
bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz
deniz en ince hayvanı belleğin
bir kuşluk vakti tanrının sevdiği
görünür zamanı yaratan
canlı mıydım? o uğursuz kıyıda
öldüğüm gün de bilemedim
hep o sallantı, o devinim, o avcıl
bayrak, bir az aş tenceresi, bir az
küfür, karı kız öyküleri, sonra
dipteki ölülerin fısıl fısıl
konuşmalarını dinledim
doğdum mu? nasıl? belki bir tezlik
yeli kımıldadı, kan gibi
ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran
boya kutuları, sünger, tel ve gaz
derken gün kokulu yüreğimde ilk
yapının boş gömütünde dikili
sabırsız kaburgama çarpan
ruh, şarabı gördü üzümden önce
süt, kan olmak için devinir
tohum bildi herkesten önce ekmeği
gün, denizi salıvermeden batmaz
ruh, şarabı gördü üzümden önce
ağaç ne diye kalktı çiçeklendi
denize inmesi nedendir
ah yalnızlığın gömük kapıları
aysız ayışığı gibiydim
geceleyin gece, gündüzleyin gün
gibi suyun altına vuran yalaz
ah yalnızlığın gömük kapıları
bir yağmuru dinlercesine bütün
anları iç içe bilirim
bir tekne her zaman düşüncelidir
bizimle demirledi gece
karaya çıktı tayfalarım uykulu
pruvamda çok acayip bir yıldız
konmak istercesine gider gelir
suları budanmış bir yolculuğu
sürdürmek isterdi kendince
kara yakındı önce, ödağacı
kokusu sarmıştı geceyi
ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde
fosforlu sesi kabarık ve ıssız
lale rengindeydi şimşeğin dalı
ve güneydoğunun yangını pembe
nakışlı bir çanak gibiydi
unutmak istemiyorum bunları
göğün damarlarını gördüm
fırtına kırının yaban keçisini
koşar küpeşteme saçsız sakalsız
ağaç gibi yırtılan karanlığı
koca kulaklı lodosu, o fili
ah yay biçimindeydi ölüm
yalnızlıktır denizin tek yasası
aşkın altın yasasıdır o
bir gün kum uyanır, ay gıcırdarsa
çalınırsa bir gün gömük kapımız
kalamazsın sabaha inen suda
kalk kürek, yola düşmenin sırası
aşkın altın yasasıdır o
kükürt rengindeki ağzı gecenin
üfürdü huysuz karanlıkta
sintineme düşçül bir ateşböceği
kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız
o böcek oldu yangını teknemin
anladım kuşun, yıldızın gizini
başladım usuldan yanmaya
söndüremezdi kimse bu ateşi
kıyıdan kesilmiş sularda
kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak
bir yan yanaydım onunla, bir yalnız
devirdim bütün yüklediklerimi
ve demiri uykuda bırakarak
bindirdim eskil kayalara
parçalanıyordum kimse bilmeden
ateştim cevizin içinde
ve bir gece içinde bilmeden öldüm
ey gece, nereden yol bulacağız
ey yaralı göğsüme düşen yelken
ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm
ya sen ne diyeceksin, söyle
deniz durdu, mumyası yıldızların
erir gün görmüş kayalıkta
ve yürüdü sabah, denizin ineği
ölünce ne yapsak sabah oluruz
ah kara yakındı ve darmadağın
kuşları durmuş zaman kadar eski
taşları hüzün olan kara
kopmuş uykunun iskeletiyim ben
artık yelin göğsü olamam
gördün mü ölümün gözündeki mor rengi
söyle, ölüp dirilen tanrı, tammuz
ay yapraklarının indiği bu dam
eski düşleri taşır mı yeniden
koca karınlı kuşlar gibi
bir yanda parçalanmış teknem durur
sert tütünüyle gün bir yanda
kara yakındı önce, hem çok yakındı
elimi uzatsam tutardı ama
yalnızlıktır denizin tek yasası
bütün ölüler unutulur
yaşayanlar kalır tek başlarına
akşamleyin kaptan, birkaç gemici
gelip dizildiler kıyıya
tutunacak bir tekne arar gibiydi
ayağı kayan meltem ve cıgara
içerek konuştular gizli gizli
bense dalgın bakıyordum, boşuna
koparılmış süsendim sanki
çalıştılar bir hafta, ağustosun
altısında bütün iş bitti
kesik baş çapa, iplerim, küreklerim
kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi
tüter el ayak, tüter ıslak odun
denizin uzaklardan getirdiği
yabancı, anlamsız bir şeyim