murathan mungan
türkiye'de çoğu durumlarda asıl üzücü olan; onca yaşanan, söylenen ve öğrenilenlere karşın aradan hiç zaman geçmemiş gibi olmasıdır.
önemsiz görünen bazı ayrıntılar, içerdikleri önemli sorunsallar nedeniyle aklımızda kalır.
bir tarihte ahmet kaya'nın katıldığı bir tv programına telefonla bağlanan, benim kibarca "light-faşist" diye tanımlayabileceğim bir "müzik adamı", sözleri karşısında öfkelenen ahmet kaya'ya "ben sizin fikirlerinize saygı duyuyorum; lütfen siz de benim fikirlerime saygı duyun." diyerek fikir ve saygı ilişkisi üzerine yalan yanlış öğrendiği bir sözü uygarca tartışmanın bir gereği gibi sunmaya çalışmıştı.
oysa kimse kimsenin fikirlerine saygı duymak zorunda değildir. saygı duyulması gereken, başkalarının fikirlerini serbestçe dile getirip söyleyebilme hakkıdır. burada onaylanan fikrin kendisi değil, onun dile getirilme hakkıdır. kaldı ki memleketimizde fikir diye öne sürülen "şey"lerin çoğunun kulaktan dolma bilgiler, önyargılar, hurafe mantığıyla türetilmiş yalan yanlış kanaatler olduğu düşünülürse, bu durumun insanı saygı sınırlarını korumak konusunda hayli zorladığını da kabul etmek gerekir.
hoşlanmadığımız durumlarda bize uygar ve modern biri havası kazandırdığına inandığımız "bu sizin fikrinizdir, saygı duyarım" şeklinde vücut bulmaya çalışan bu içeriksiz bağlam, kemiği olmayan dilimizde bir müsamere repliğine dönüşür.
hadi üşenmeyip iki buçuk yüzyıl öncesine gidelim, herkesin yalan yanlış aklında kaldığı kadarıyla gündelik dile çevirmeye çalıştığı, çeşitli tartışmalarda yerli yersiz kullanarak "medeni olma puanı" kazanmaya kalkıştığı bu sözün kaynağına inelim: "düşüncelerinize tamamen karşıyım; ama düşündüklerinizi söyleme hakkını, hayatımın sonuna kadar savunacağım." demiş voltaire.
aradan geçen iki buçuk yüzyıl en azından saygımızı doğru yerde kullanmak için yeterli süre olmalı.