paulo coelho
insanlar özgürlükten bahsediyorlar ve bu biricik haklarını savundukça ailelerinin isteklerine daha çok boyun eğiyorlar; yaşamlarının geri kalanını birlikte geçirmeye söz verdikleri insanlarla evliliklerine, ekonomiye, yaptıkları diyetlere, yarım kalmış projelere, "hayır" ya da "bitti" demeyi bir türlü beceremedikleri sevgililerine, hiç sevmedikleri insanlarla öğle yemeği yemeye mecbur oldukları hafta sonlarına esir oluyorlar. lükse, lüksün görüntüsüne, lüksün görüntüsünün görüntüsüne köle olanlar. kendilerinin seçmediği ancak onlar için en iyisinin bu olduğuna inandırıldıkları bir yaşantının kölesi olanlar. ve birbirinin aynı günler ve geceler geçirenler, "macera" kelimesinin sadece kitaplarda geçen bir sözcük ya da daima açık duran televizyonda bir hayal olduğu günler ve geceler; ve ne zaman önlerinde yeni bir kapı açılsa "ilgilenmiyorum. havamda değilim" diyenler. oysa hiç denemedikleri bir şey için hazır olup olmadıklarını nereden bilebilirler? ancak bunu sormanın bir anlamı yok; gerçek ise içinde büyüdükleri ve alışkın oldukları dünya düzeninin bozulmasından korkmalarıdır.
bazıları mutlu görünüyor ama bu konu üzerinde fazla düşünmüyorlar. diğerleri planlar yapıyor: bir kocam, yuvam, iki çocuğum, şehir dışında bir evim olacak. bunlara sahip olmak için uğraşırken matadora bakan boğa gibiler: içgüdüsel tepkiler veriyorlar, hedefin nerede olduğu hakkında hiçbir fikirleri yokken aptalca hareket ediyorlar. araba alıyorlar; bazen bir ferrarileri bile oluyor ve yaşamın anlamının bu olduğunu düşünüyorlar ve asla bunu sorgulamıyorlar. oysa ruhlarında taşıdıklarını bile bilmedikleri keder, gözlerinden okunuyor.
herkes mi mutsuz bilmiyorum. hepsi bir şeylerle meşgul; fazla mesai yapıyor, çocukları, kocaları, kariyerleri, dereceleri, yarın yapmayı planladıkları, satın almak istedikleri, başkalarından aşağı kalmadan sahip olmak istedikleri ve buna benzer şeyler için endişeleniyorlar. çok az kişi gerçekten "mutsuzum" diyor. çoğu "iyiyim. her istediğime sahibim" der. sonra ben "seni ne mutlu eder?" diye sorarım. yanıt: "bir insanın sahip olmak isteyebileceği her şeye sahibim: bir aile, ev, iş, sağlıklı bir hayat." yine sorarım: "yaşam sadece bundan mı ibaret?" yanıt: "evet, bu kadar." ısrar ederim: "öyleyse yaşamın anlamı iş, aile, bir gün büyüyecek ve sizi terk edecek çocuklar, gerçek bir sevgiliden çok, bir arkadaşa dönüşecek bir zevce ya da koca. ve elbette bir gün gelecek iş de bitecek. bunlar olduğunda ne yapacaksınız?" yanıt: yok. hemen konuyu değiştiriverirler.
hayır, aslında söyledikleri: "çocuklar büyüdüğünde, kocam -ya da karım- tutku dolu bir aşıktan daha çok arkadaşım olduğunda, emekli olduğumda her zaman yapmak istediğim şeyi yapmak için zamanım olacak: seyahat edeceğim." soru: "ama şimdi mutlu olduğunuzu söylemediniz mi? zaten hep yapmak istediğiniz şeyleri yapmıyor musunuz?" yine çok meşgul olduklarını söyleyecek ve konuyu değiştireceklerdir.
ısrar edersem, daima yokluğunu duydukları bir şeyle yanıt verirler. işadamı henüz istediği anlaşmayı yapamamıştır, ev kadını daha fazla özgürlük ve daha çok para sahibi olmak isteyecektir, aşık delikanlı sevgilisini kaybetmekten korkar, üniversiteden yeni mezun genç mesleğini kendisinin mi seçtiğini yoksa mesleğin kendisi için mi seçildiğini merak eder durur, diş hekimi şarkıcı olmak istemiştir, şarkıcı politikacı olmayı, politikacı yazar, yazar da çiftçi olmayı hayal eder. kendi seçtiği işi yapan biriyle karşılaştığımda bile, onun da ruhu hala azap içinde kıvranıyordu. henüz huzura da kavuşmamıştı.
bilmek bir şey değiştirmiyor. insanlar hatırlamak ve sahip oldukları uçsuz bucaksız büyülü potansiyeli kabul etmemek için ellerinden geleni yapıyorlar; çünkü bu, derli toplu küçük evrenlerini altüst edebilir. hepimizin yeteneği var; sadece düşlerimizin peşinden gidecek ve işaretleri izleyecek cesaretimiz yok. belki de keder bundan kaynaklanıyor.
hepimiz büyüyor ve şekil değiştiriyoruz, düzeltilmesi gereken bazı zayıflıklarımızı fark ediyoruz, her zaman en iyi çözümü bulamıyoruz; ama duvarları veya kapıları ya da pencereleri değil, içimizdeki boşluğu, içinde ibadet ettiğimiz ve bizim için en sevgili ve önemli olanı beslediğimiz boşluğu şereflendirmek için, her şeye rağmen dimdik ve dürüst biçimde ayakta kalmak için çabalamayı sürdürüyoruz.
bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle önemlidir: onları serbest bırakmak. gevşek olanı kesmek. insanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. daireyi tamamla. gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık, onun senin yaşamında yeri olmadığı için. kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. geçmişte olduğun kişi olmayı bırak ve şu anda kimsen o ol.
mutluluğa yol açan şeyin aşk olduğu fikri modern bir buluştur, on yedinci yüzyılın sonlarından bugüne gelir. o günden beri insanlara aşkın sonsuza dek sürmesi gerektiği ve aşkın yaşanacağı en iyi yerin de evlilik olduğu öğretildi. geçmişte arzunun uzun ömürlü olmasıyla ilgili çok daha kötümser düşünülürdü. son on yılda, evlilikle ilgili beklentiler oldukça arttı, bireysel gelişimi tamamlamaya giden yol gibi görüldü, hayal kırıklığı ve doyumsuzluk da onunla birlikte arttı.
insanlar üzgün; çünkü kendi hikayelerinin tutsağı onlar. herkes yaşamın asıl anlamının bir planı izlemek olduğuna inanıyor. bu planın kendi planları mı olduğunu yoksa bir başkası için mi yapıldığını asla sorgulamıyorlar. deneyimler, anılar, diğer insanların fikirlerini ve daha birçok şeyi topluyorlar ve bu belki de başa çıkabileceklerinden çok daha fazla oluyor. ve işte bu nedenle hayallerini unutuyorlar.