anton çehov
- şişşt.. kapıcının odasına gidelim, burada olmaz. duyar bakarsınız.
kapıcı odasına gittiler. onları gizliden dinlemesin diye, postaya yolladılar kapıcıyı. makar, defteri aldı, şapkasını giydi; ama postaneye gidecek yerde, merdivenin altına gizlendi. bir başkaldırının söz konusu olduğunu biliyordu. önce kaşalotov döktü içini, arkasından dezdemonov, dezdemonov'dan sonra da zraçkov. ağzına geleni söylüyordu üçü de! öfkeden kıpkırmızı olmuş yüzlerde kaslar geriliyor, göğüslere yumruklar inip kalkıyordu.
- 19. yüzyılın ikinci yarısındayız, taş devrinde değil! (soluk almadan konuşuyordu kaşalotov) bu göbekli şişkoların yaptıklarına eskisi gibi göz yumulmuyor artık! bıktık, yeter be! zamanı çoktan geldi de geçiyor.
uzun süre söylendi durdu.
dezdemonov'un söyledikleri de yaklaşık olarak aynı şeylerdi. zraçkov küfür bile etti. birbirinin sözünü kesiyor, bağırıp çağırıyorlardı. ama sağduyu sahibi biri çıktı sonunda. yüzüne bir endişe ifadesi verdi, sümüklü mendiliyle alnını sildikten sonra söze başladı:
- değmez aslında canım. ah, ah.. tutalım ki öyle. gerçek olduğunu kabul edelim. ama neye dayanarak? bugün bana yarın sana, derler. amir olunca bu kez size başkaldırır astlarınız. inanın buna. sıkın dişinizi.
ama dinleyen olmadı onu. sözünü bitirtmediler; ite kaka kapı dışarı ediyorlardı onu ki, sağduyunun bir şeye yaramadığını görüp o da katıldı arkadaşlarına; ağzını bozdu, atıp tutmaya başladı.
- bizlerin de onun gibi birer insan olduğumuzu ona göstermenin zamanı gelmiştir artık! (diyordu dezdemonov) tekrar ediyorum, ne uşağız biz ne de şamar oğlanı! gladyatör değiliz! gururumuzla oynanmasına izin veremeyiz, alay ettirmeyiz kendimizle! "sen" diyor bize, selamımıza karşılık vermiyor, bir şey söylerken dinlemiyor bizi, başını öte yana çeviriyor, pis pis azarlıyor insanı. günümüzde uşaklara bile "sen" denmiyor, nerde kaldı bizim gibi soylu insanlara! bunu böyle söylemeli ona!
- geçen gün çağırdı beni, "nedir o surat?" dedi. "git de tahta beziyle yıkasın seni makar!" şakaya bir diyeceğimiz yok tabi. ama bir keresinde de..
zraçkov kesti sözünü:
- bir gün eşimle bir yere gidiyorduk, onunla karşılaştık. "ah seni gidi kepçe ağız ah, hep karı kız peşinde koşarsın! hem de açık açık!" karımdır, efendim dedim. özür bile dilemedi, ağzını şapırdata şapırdata çekip gitti. karım tam üç gün ağladı sinirinden. gururuna dokundu tabii kadıncağızın. "karı kız" dedi. oysa siz de bilirsiniz.. karım..
- sözün kısası baylar, bu böyle devam edemez artık! ya biz, ya o. artık aynı dairede çalışamayız onunla! ya o gitsin buradan, ya biz! hayvanca çalışacağımıza çalışmayız daha iyi! 19. yüzyıldayız. günümüzde herkesin bir gururu var! küçük bir insan bile olsam, bir eşya değilim ben. benim de bir ruhum, bir kişiliğim var. izin veremem! böyle söyleyelim bunu ona! bunun böyle devam edemeyeceğini içimizden biri gidip söylesin ona. bizim adımıza söylesin. hadi! kim gidecek? korkmayın, korkulacak bir şey yok! kim gidiyor? tüh.. allah kahretsin.. sesim de kısıldı birden..
aralarında bir elçi seçmeye koyuldular. uzun tartışmalardan sonra en zeki, konuşmayı en iyi bilen, en yürekli olduğuna karar verilip dezdemonov seçilmişti. kitaplığa üyeydi, yazısı güzeldi, okumuş kızlarla arkadaşlık ediyordu; öyleyse zekiydi. ne söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini bilirdi. yürekliliğine gelince, söz yoktu yürekliliğine. bir keresinde kulüpte, onu "basit bir insan" sanan polis memurunu, ondan özür dilemeye nasıl zorladığını bilmeyen yoktu. adam gık bile diyememişti. herkesin ağzındaydı. dezdemonov'un ne denli gözü pek bir insan olduğu..
- hadi senya'cığım! korkma! söyle ona her şeyi! taşı gediğine koy! her kuşun etinin yenmeyeceğini anlat ona! "bu yaptığın nedir?" de. "kendine başka uşak ara! bizden ne üstün yanın var? istemiyoruz seni!" evet. söyle işte. hadi senya'cığım. sevgili dostum. saçlarını tara yalnız. böyle söyle ona.
- sinirli bir insanım ben baylar, bakarsınız kötü bir söz çıkar ağzımdan, belaya girer başım. zraçkov gitse daha iyi olur!
- olmaz senya'cığım, sen git. zraçkov'un erkekliği koyunlara karşı tutar ancak, o da sarhoşken. aptalın biridir o; ama sen öyle değilsin. hadi yürü canım.
dezdemonov saçlarını taradı, yeleğini düzeltti, eliyle ağzını kapayarak öksürdükten sonra yürüdü. hepsi de tutmuşlardı soluklarını. müdürün odasına girince kapının dibinde durdu dezdemonov, titreyen parmaklarını dudaklarında gezdirdi. peki ama nereden, nasıl başlayacaktı? müdürün, çok iyi tanıdığı dazlak kafasını, siyah sakalını görünce sırtından soğuk bir ürperti geçti, karnına bir şey saplandı sanki. ama pek o kadar önemli değildi bu; korkmaya değmezdi. yürekli olmalıydı!
- ee.. ne istiyorsun?
dezdemonov öne bir adım attı, ağzını açtı, dilini oynattı, gelgelelim sesi çıkmıyordu. ağzına bir şeyler olmuştu sanki. aynı anda, yalnız ağzına değil, içinde bir şeylerin olduğunu hissetmişti elçi. cesareti ruhundan karnına geçmiş, orayı kazımış, sonra topuklara inmiş, çizmelerine saplanmıştı. oysa delik deşikti çizmelerinin altı. felaket!
- ee.. ne istiyorsun dedim, duymuyor musun?
- şey.. efendim.. hiçbir şey istemiyorum efendim. nasıl söylesem, duydum ki efendim, şey..
dezdemonov dilini tuttu; ama dilinin söz dinlediği yoktu, devam ediyordu:
- sayın eşinizin bir piyango düzenlediğini duydum da efendim. bir kupa arabası varmış. acaba bir biletçik de bana, efendim..
- bilet mi? pekala. hepsi beş bilet kaldı bende. beşini de alacak mısın?
- ha.. ha.. hayır efendim. yalnız bir biletçik.. yeter.
- beşini de alacak mısın, sana soruyorum!
- peki efendim.
- tanesi altı rubledir. ama senden beş ruble alalım. yazdır adını. uğurlu olsun.
- he-he-he.. mersi efendim. çok teşekkür ederim.
- hadi bakalım, yürü!
bir dakika sonra dezdemonov kapıcı odasındaydı. yüzü mosmordu; gözleri yaşlı, arkadaşlarından 25 ruble borç istiyordu.
- 25 ruble verdim ona arkadaşlar; oysa benim değildi bu para! kaynanam, götürüp evinin kirasını vereyim diye, bu sabah vermişti onu bana. hadi baylar, 25 ruble verin bana! yalvarırım!