milan kundera
insanın iktidara karşı savaşımı, belleğin unutuşa karşı savaşımıdır.
kadınlar güzel adam aramazlardı. onlar güzel kadınları elde etmiş olan adamları ararlardı.
gelecek kimsenin umurunda olmayan, ilgisiz bir boşluktur, geçmiş ise yaşam doludur, kızdırır, başkaldırtır, yaralar, o kadar ki, bu yüzden onu yok etmek ya da yeniden yaratmak isteriz. geleceğe egemen olmak istenilmesinin nedeni, geçmişi değiştirecek güce sahip olmaktan başka bir şey değildir. fotoğraf stüdyolarına girerek fotoğrafları rötuş edebilmek ve yaşam öyküleriyle tarihi yeniden yazabilmek içindir tüm kavgalar.
eva arkadaşlık için canını verirdi ama, bencillik ve isteri saydığı aşkı kabul etmezdi.
bütün aşk ilişkileri, birbirlerini sevenlerin aşklarının ilk haftalarında düşüncesizce kabul ettikleri yazılı olmayan anlaşmalara dayanır. henüz bir çeşit düş içindedirler, aynı zamanda, bilmeden, tartışma kabul etmeyen bir hukukçu gibi, sözleşmelerinin en ince ayrıntılarını bile saptamaktadırlar.
bir an gelir ki artık sürdüremeyeceğini anlarsın.
güzellik denen şeyin, uzun yıllar arasında, farklı yaşta iki kişinin karşılaşmasıyla çakan bir kıvılcımdan başka bir şey olmadığını düşünüyordu. güzellik, zamanı silip götürüyordu ve zamana karşı bir başkaldırmaydı.
“gülmek, tatlı ve sonsuz bir sevinçtir, baştan başa sevinçtir.”
“gülmek, derinlemesine yaşamaktır. yaşamak, mutluluktur: görmek, işitmek, dokunmak, içmek, yemek, çiş ve kaka yapmak, suya dalmak, gökyüzüne bakmak, gülmek ve ağlamak. ve çiftleşmek güzelse, yaşamın olabilecek sevinçlerinin tümü olduğu içindir: dokunma, görme, işitme, konuşma, hissetme ve dahası, içme, yeme, kaka yapma, tanıma, dans etme. emzirmek de bir sevinçtir, doğurmak da bir erişmedir, aybaşı olma nefis bir şeydir, şu ılık tükürük, şu loş süt, şu kanın şekerli gibi ve ılık akışı, şu sancı ki mutluluğun yakıcı tadını taşımaktadır.”
mistik olan her şey bir abartmadır.
şeytan'ı bir kötülük yanlısı, meleği ise iyilik savaşçısı olarak kabul etmek, meleklerin demagojisine ayak uydurmak olur. bu işler kuşkusuz çok daha karmaşık. melekler iyiliğin yandaşı değil, kutsal birer yaratıktırlar. şeytan da, tam tersine, kutsal yaşamın bütün akılcı görüntüsünü reddeden bir yaratık.
gülünç bir gülüş, bozgundan başka bir şey değildir.
bir halka içinde dans etmek büyüleyicidir: bu halka, insanoğlunun binlerce yıllık belleğinin derinliğinden bize seslenir.
barışa tutkun insan her zaman gülümser.
bizi ölümsüz kılan tek şey, polis arşivleridir.
roman, bir insan hayalinin ürünüdür. başkasını anlayabilme hayali. ama, birbirimiz hakkında ne biliyoruz ki?
"yapılacak tek şey, insanın kendi hakkında bir rapor hazırlamasıdır. herkes kendisi hakkında. geri kalan hepsi, gücün kötüye kullanılmasıdır. geri kalan her şey yalandır."
daha james joyce'den beri, yaşamımızın en büyük serüveninin serüvensizlik olduğunu biliyoruz.
sevgilisine günde dört mektup yazan kadın bir yazma hastası değildir. o sadece aşıktır. ama, sevgililerine yazdığı mektupların fotokopilerini bir gün yayımlayabilmek amacıyla çektiren dostum, bir yazma hastasıdır.
insanı yazmaya iten motor, bir yaşamasızlık, bir boşluktur.
güzellik, anlaşılabilmesi için en küçük sessizliğe muhtaçtır.
bir evrenin özelliği tek oluşudur. başka bir evrenin varlığı onun özünü tehdit eder.
tiksintinin belleği şefkatin belleğinden daha büyüktür.
kendi iç zavallılığımıza karşı kullanılan en alışılmış reçete, aşktır. çünkü gerçekten sevilen bir kişi zavallı olamaz. çünkü bütün zayıflıkları, aşkın sihirli bakışıyla bağışlanır, böylece kafasını suyun üstünde beceriksizce tutan bir kötü yüzücü kusursuz bir baştan çıkarıcı olabilir.
bir kadın şair iki kat kadındır.
goethe, "ne diye durmadan kadın düşmanı olmakla övünüp duruyorsun boccacio?" dedi. "çünkü, erkeklerin en kusursuz olanları kadın düşmanlarıdır." bu sözler üzerine şairlerin hepsi yuhalamaya başladılar. boccacio sesini yükseltmek zorunda kaldı: "beni iyi anlayın. kadın düşmanı, kadınları küçümsemez, hor görmez; kadın düşmanı kadınlığı sevmez. erkekler öteden beri iki bölüme ayrılır, kadınlara tapanlar, başka deyimle şairler ve kadın düşmanları ya da kadınsılıktan tiksinenler. tapınıcılar ya da şairler, geleneksel kadınca değerleri yüceltirler: duygusallık, aile ocağı, analık, doğurganlık, isterinin kutsal
kıvılcımları ya da içimizdeki doğanın kutsal sesi gibi. oysa, kadın düşmanları ya da kadınsılıktan tiksinenler için bu değerler bir tür korku esinletir. kadına tapanlar kadında kadınlığı yüceltirler, oysa kadınsılıktan tiksinenler, önceliği kadınlığa değil kadına
verirler. bir şeyi unutmayın: kadınlar ancak bir kadın düşmanıyla gerçekten mutlu olurlar. sizlerle hiçbir kadın gerçekten mutlu olmamıştır. kadına tapanlar ya da şairler, bir kadına dramı, tutkuyu, gözyaşı ve kaygıyı tattırabilirler ama, onu doyuramazlar!
kadına tapanlar kadınların karşısında silahsızdırlar, çünkü hiçbir zaman annelerinin gölgesinden kurtulamamışlardır. her kadında, annelerinin bir habercisini görürler ve ona boyun eğerler. annelerinin etekleri onlar için kutsal gökkubbenin yerine geçer.
ey şairler, başınızın üstünde gördüğünüz gökyüzü değil, annenizin devasa etekliğidir! siz analarınızın etekleri altında yaşıyorsunuz!
bir şairin gururu sıradan bir gurur değildir. yalnız şair bilir yazdığı şeylerin değerini. ötekiler bunu ondan çok sonra anlarlar, belki de hiç anlayamayacaklardır. dolayısıyla, gururlu olmak, şairin görevidir. eğer gururlu değilse, kendi yapıtına ihanet etmiş olur.
anlamak, karşısındakiyle kendisini karıştırmak, onda kendisini bulmaktır. şiirin sırrı buradadır. sevdiğimiz kadınla kendimizi tüketiyoruz, inandığımız fikirlerle kendimizi tüketiyoruz, bizi heyecanlandıran bir görünüm karşısında kendimizi tüketiyoruz.
“aşk şiirdir, şiir aşktır ve anlamak ötekiyle kendisini birleştirmek ve onda yanmaktır.”
uzlaşmayı reddeden, sonunda düşünülebilen yenilgiler arasında en kötüsünü seçmek zorunda kalır.
kendi kendisinin tutsağı olan kişi, kendi yıkılışıyla öç alır.
"bir halkı ortadan kaldırmak için, belleğini yok etmekle işe başlanır, kitaplarını, kültürlerini, tarihlerini yok ederler. bir başkası onlara başka kitaplar yazar, bir başka kültür verir, bir başka tarih uydurur. ve böylece halk, yavaş yavaş ne olduğunu, daha önce ne olmuş olduğunu unutmaya başlar. çevresindeki dünya da onu daha çabuk unutur." "ya dil?" "ne diye unuttursunlar onu? nasıl olsa, er geç kendiliğinden ölecek bir folklordan başka şey olmayacaktır ki."
aşk bitmeyen bir sorgulamadır.
varılacak yere aldırış etmeyen kişi nereye gittiğini sormaz!
müzikte makam, küçük bir krallık sarayıdır.
aşk bir ayrıcalıktır ve bütün ayrıcalıklar layık olunmamış şeylerdir, bu yüzden de bunun bedelini ödemesi gerektir. aşkın ayrıcalığı her zaman cennet değildir, aynı zamanda cehennemdir de. aşk içinde yaşam, sürekli bir gerginlik, korku ve huzursuzluk içinde
geçer.
cinsellik aşk değildir, aşkın kendine malettiği bir alandan başka bir şey olamaz.
aşkla olan şeytanca ilişkisinden kurtulan cinsellik, basit bir melekçe sevince dönüşmüştür.
zayıfın önünden kaçan kadar aşağılık bir şey yoktur.
çocuklar gelecek değildirler; çünkü bir gün yetişkin olacaklardır; ama insanlık gitgide çocuğa yaklaşmaktadır; çünkü çocukluk geleceğin görüntüsüdür.
hepimiz neyin önemli olup neyin önemli olmadığı hakkında katı bir anlayışın tutsaklarıyız; önemli olanın üstüne kaygılı bakışlarımızı çevirdiğimizde önemsiz olan arkamıza
saklanarak, dünyayı gizlice değiştirecek gerilla savaşını sürdürmekte, arkamızdan üstümüze saldırmaya hazırlanmaktadır.
ilerici düşüncenin en iyi türü içinde yeterince güçlü oranda tahrik ögesi bulundurandır,
böylece ondan yana çıkan farklı olmanın gururunu hissedebilir; ama aynı zamanda o kadar çok sayıda karşıt görüş yaratır ki, yapayalnız bir istisna olma tehlikesi vardır ve çeşitli zafer kazananların gürültücü onaylarıyla mahkum edilir.
her erkeğin iki çeşit seks biyografisi vardır: genellikle yalnız birincisinden, yani cinsel ilişkiler ve rastlantılardan oluşan bir listeden söz edilir. daha ilginç olanı, kuşkusuz öteki biyografidir: elde etmek istediğimiz ve elimizden kaçırdığımız kadınların toplamı, sonuçlandırılamamış çabaların acıklı öyküsü. ama bir üçüncüsü, esrarlı, kaygı verici bir sınıf kadın daha vardır. bunlar, hiçbir şey yapamadığımız, bir şeyler elde etmeyi bilmediğimiz kadınlardır. hoşumuza giderler, biz de onların hoşuna gideriz; ama aynı zamanda çabucak onları elde edemeyeceğimizi anlarız; çünkü onlarla birlikte, sınırın öteki yanındayızdır.
"bundan yıllarca önce, eski ülkemde, arkadaşlarla birlikte sevişme sırasında metreslerimizin söyledikleri sözlerden oluşan bir antoloji düzenlemiştik. en çok söylenen sözün ne olduğunu biliyor musun?" "hayır sözcüğü. üst üste yinelenen 'hayır' sözcüğü: hayır, hayır, hayır, hayır, hayır, hayır, hayır... kız, sevişmek için gelmiştir; ama oğlan onu kollarının arasına alır almaz ‘hayır’ diyerek iter. bütün sevişme eylemi, hepsinden güzel olan bu sözcüğün kırmızı ışığıyla aydınlanmakta, böylece, ırza geçmenin küçük bir taklidi haline dönüşmektedir. düşün ki, boşalma anına yaklaştıkları sırada bile hayır, hayır, hayır, hayır, hayır, hayır diyorlar ve birçoğu tam boşalma anında ‘hayır’ diye haykırıyordu. o günden beri ‘hayır’ benim için soylu bir sözcüktür.
yineleme, sınırı görülür hale getirmenin yollarından biridir. sınır çizgisi tozla kaplıdır ve yineleme, tozu silmek için elle yapılan bir harekete benzer.
insanın çirkinliği giysilerin çirkinliğidir.