enis batur
uzun bir sokağın kuyusuna batıyor güneş
gecenin bittiği yerden sabah başlıyor. devinimsiz suda kıvranan ateşi söndürüyor kentin sonsuz parmaklı büyücüsü.
ses ve soluğum şimdi. gün'e ve gece'ye katkı. belki nedensiz bir ürpermeyim, kırışık evrenin taş çekirdeğinde. görkemim belki, arınacağım kargaşayı beklerken. sayısız pencere, sayısız çığlığın içinde gitgide ürken engerek koridorda balkıyıp duruyorum. işte çatlayan duvarlarım. işte can kolladığım seki, basamak, kanlı düzlük. sonradan yırtılacağım et, işte. burada, kül beyaz bir sarnıcın aldatı duyarlığının orta yerinde -hep ve aralıksız burada, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim artık.
şiir kazadır yanlış göz değiştirirse makası
bir gün gelir, ben de giderim. aynanın dibine. şiir çünkü, bir sancının ve bunu neredeyse destekleyen bir tür sözyitimi korkusunun kaynağıdır. O uç noktada solgun bir yanılsama mıyım, yoksa bu yankıdan yola çıkıp umarsızca ama dirençle bir kimlik mührünü mü mürekkebe basıyorum, anlatmalıyım artık.
ölümsüz can imgesi! kentler gördüm, elimle kurduğum unutuluş anıtları. iklimden iklime geçtim, çağdan çağa: elimle kırdığım zaman levhası, diri pirinç harita. yendim, yenildim işte -sevildim ve unutmayı öğrendim döndükçe kararlı akrep. toprak çocuğuyum ben.
her yetkin güzellik içinde sakatlığını çoğaltır
merdivenin dibinde: anlamsız doruğu göğün. omurumuz birikiyor yokuşun dibinde: hangi basamağın evresi başlatıyor bu sonrasız soruşturmayı, hangisi bitirirse? veremediğimiz yanıtların karşılığında kan kusanlar: köprünün falına bakmadık mı, vahaların ince gülümsemesine varmak için? ve aramadık mı durgun su yüzleri, yansımak için yorgun yüzümüzden?
doruğun dibinde