
kalabalık ve karanlık koğuşlarda yaralı bedenlerinin sancılarıyla inleyerek işkenceyi bekleyen mahkumlardan biri, çektiği acılara dayanamaz bir hale gelerek yavaş yavaş gerçeklerle ilişkisini koparmaya başlamıştı. hep aynı şeyi tekrarlıyordu:
"biz öldük, biz hepimiz ölüyüz, burası öteki dünya."
arkadaşları ona ölü olmadıklarını, yaşadıklarını anlatmaya çalışıyorlardı. o da onlara soruyordu:
"yaşıyorsak nerede öbür canlılar, niye bizden başka kimse yok? hayır biz ölüyüz, biz öldük, ailelerimiz dünyada kaldı."
arkadaşları hapishane idaresine başvurup bir doktor çağrılmasını istemişlerdi; ama doktor yoktu. bunun üzerine ailesiyle görüşmesine izin verilmesini istemişlerdi, hapishane idaresi bunu da reddetmişti; ama içeridekilerin ısrarı ve mahkumun gittikçe kötüleşmesi üzerine adamın ailesi hapishaneye çağrılmıştı.
adam, müdürün odasında karısını ve çocuklarını görmüş, onlara sarılmış, onlarla öpüşüp konuşmuştu.
koğuşa döndüğünde arkadaşları hep bir ağızdan konuşmaya başlamışlardı:
"gördün mü, yaşıyoruz, bu dünyadayız."
adam da sessizce başını sallamıştı:
"evet yaşıyoruz, bu dünyadayız, ölmemişiz, bütün bunlar bu dünyada oluyormuş."
gerçeği kabul etmiş ve derin bir sessizliğe dalmıştı.
o akşam gardiyanlar mahkumları işkenceye götürmek için koğuşa gelince adamın ölüsünü bulmuşlardı; zavallı, gerçeğe dayanamamıştı.