6.02.2011

gülün adı

umberto eco

thomas kempis: her şeyde erinç aradım; ama hiçbir yerde bulamadım, bir kitapla çekildiğim köşeden başka.

şeytanın varlığının tek gerçek kanıtı, belki o anda herkesin onun işbaşında olduğunu bilmek için duyduğu tutkunun yoğunluğudur.

işin içine dünyasal nesnelerin mülkiyeti girince, insanların adalete uygun olarak akıl yürütmeleri güçtür.

meleklerin coşkusuyla şeytanın coşkusu arasında az fark vardır; çünkü her zaman aşırı isteğin tutuşmasından doğarlar.

"yolcunun dinlenmesidir ölüm, her işin sonudur."

bazı bitkiler, çevrelerindeki toprak koşullarına, beslenmelerine ve büyümelerine özen gösterirseniz en elverişsiz koşullar altında bile yetişirler.

güzelliği yaratan, üç şeyin uyumudur: her şeyden önce, bütünlük ya da yetkinlik -bu yüzden yetkin olmayan şeylere çirkin deriz- sonra gerekli orantı ya da uyum; son olarak da aydınlık ve ışık; gerçekten de rengi açık seçik olan nesnelere güzel deriz.

bizler kitaplar için yaşıyoruz. kargaşa ve yozlaşmanın egemen olduğu bir dünyada hoş bir görev bu.

insan soyunun yenilenmesinden ruhani meclisler ve saraylar söz ediyorsa eğer, buna inanma.

basit insanların yaşamı, bilgiyle ve bizi bilge kılan uyanık bir ayırt etme duygusuyla aydınlatılmamıştır. hastalık ve yoksulluk altında ezilmiştir onların yaşamı; bilgisizlikle dili bağlanmıştır.

gündüz uykusu bedenin günahı gibidir: ne denli çok işlenirse, o denli çok istenir. gene de insan kendini mutsuz hisseder; aynı zamanda hem doygun, hem de doymamış.

kitaplık kocaman bir labirenttir. dünya labirentinin simgesi içine girersin; ama dışarı çıkıp çıkamayacağını bilmezsin. her kül tapınağının sütunlarından içeri girmemeli.

bir mesajın şifresini çözmenin ilk kuralı, ne anlama geldiğini tahmin etmektir.

iyi bir sorgucunun ilk görevi, önce kendisine içtenlikli gibi görünenlerden kuşkulanmaktır.

yalnız güçlüler, gerçek düşmanlarının kimler olduklarını her zaman açık seçik olarak bilirler.

çırak olan bir işçi on gün sonra ustası olabileceği birini arar.

gerçek bölünmez bir bütündür; kendi saydamlığıyla pırıl pırıl parlar ve kendisinin bizim çıkarlarımız ya da utancımız tarafından eksiltilmesine izin vermez.

bazen basit insanlar olayları okumuşlardan daha iyi anlarlar.

"sevgi, seveni sevilenle bir kılar; sevgililer herhangi bir biçimde birleşmek isterler ve sevgi, bilinçli bilgiden daha çok bilir."

kitaplık: canlı bir nesne, bir insan zihninin yönetemeyeceği güçlerin barınağı, birçok zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da varlığını sürdüren bir gizler hazinesi.

bedenin güzelliği deriyle sınırlıdır. insanlar derinin altında ne olduğunu görebilselerdi, kadınları görünce tir tir titrerlerdi. bütün bu güzellik, balgam, kan, sıvı ve safradan oluşur. burun deliklerinin, boğazın, karnın içinde nelerin saklı olduğunu düşünürsen, pislikten başka bir şey bulamazsın. balgama ya da gübreye parmak uçlarınla bile dokunmak insanı tiksindirirken, o gübreyle dolu çuvalı kucaklamayı nasıl isteyebiliriz?

gerçek bizi özgür kılar.

işkence ya da işkence tehdidi altında insan yalnızca yaptıklarını değil, yapmak istediklerini de söyler, kendisi bilincinde olmasa da.

biricik gerçek, gerçeğe duyulan çılgınca tutkudan kendimizi kurtarmayı öğrenmektir.

sen ki ey gül, çayırda kızarıp kurumlanıyorsun
kıpkırmızı, bürünmüş allara
kır şen ve hoş
ama mutsuz olacaksın
nice güzel olsan da (juana ines de la cruz)

lamartine, ünlü bir şiiri için, o şiirin fırtınalı bir gecede, bir ormanda bir çırpıda doğduğunu yazar. öldüğü zaman şiirin, üstünde düzeltmeler ve değişiklikler olan müsveddesini buldular; böylece o şiirin, tüm fransız yazınının belki de en çok üstünde çalışılmış şiiri olduğu ortaya çıktı.