victor hugo
darağacı, devrimlerin yok edemediği tek anıttır.
toplumsal kriz sırasında bütün giyotin sehpalarının en iğrenci, en lanetlisi, en uğursuzu olan ve kökünden kazınması en çok gereken siyasi giyotin sehpasıdır. kaldırımlarda kök salan bu türden bir giyotin sehpası kısa sürede toprağın her yanından sürgünler halinde fışkırır. devrim dönemlerinde düşen ilk başa dikkat edin; halkın iştahını açar.
insanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar.
geleneklerin yozlaşmasını sanatın çöküşü izler.
mantığın en ufak bir teması makul olmayan muhakemelerin hepsini geçersiz kılar.
insan, içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri bir saç teliyle koparabileceğini sanır.
zindancının yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur.
geçmişin toplumsal yapılanması üç dayanağın üzerinde duruyordu: rahip, kral, cellat. uzun süre önce bir ses, "tanrılar gidiyor!" dedi. son olarak bir başka ses yükselip haykırdı: "krallar gidiyor!" şimdi üçüncü bir sesin yükselmesinin zamanıdır: "cellat gidiyor!" tanrılar için üzülenlere "tanrı kalıyor" denebilir. krallar için üzülenlere "vatan kalıyor" denebilir. cellat için üzülenlere söylenecek bir şey yok.
geleceğin toplumunun kubbesinin kemeri bu iğrenç kilittaşı olmadığı için çökmeyecek. uygarlık birbirini izleyen bir dizi dönüşümden başka bir şey değildir.
pamiers'te geçen eylül ayının sonlarına doğru bir infaz yaşandı. eylül ayının sonunda, cezaevinde sakin sakin kağıt oynayan bir adama iki saat sonra ölmesi gerektiği bildirildi. altı aydan beri ölümü hiç düşünmeyip unuttuğu için bütün bedeni titredi. tıraş edildi, elleri ve ayakları bağlandı, günah çıkartıldı, dört jandarmanın eşliğinde kalabalığın arasından arabayla giyotin sehpasına götürüldü.
cellat rahipten teslim aldığı mahkumu sehpaya yatırıp bıçağı aşağı bırakmış. güçlükle harekete geçen ağır demir üçgen yivlerden sarsılarak aşağı düşüp adamı öldürmeden boynunu yardığında dehşet anları başlamış. adam korkunç bir çığlık atmış. canı sıkılan cellat, bıçağı yukarı çekip yeniden bırakmış. mahkumun boynunu ikinci kez ısıran bıçak yine koparamamış. mahkumla birlikte kalabalık da haykırmaya başlamış. üçüncü darbenin bu işi bitireceğini uman cellat bıçağı yeniden yukarı kaldırıp aşağı bırakmış. sonuç yine aynı. mahkumun ensesinden üçüncü bir kan deresi akmasına rağmen üçüncü darbe de başı koparamamış.
beş kez inip kalkan bıçak, inleyen ve canlı başını sallayarak merhamet dileyen mahkumu öldürememiş. öfkelenen halk yerden aldığı taşları sefil cellada fırlatmış. giyotinin yanından kaçan cellat jandarmaların atlarının arkasına sığınmış. giyotin sehpasında tek başına kaldığını fark eden mahkum, boynundan kanlar fışkırırken omzundan sarkan yarı kesik başını tutarak ürkütücü bir şekilde doğrulup boğuk çığlıklarla kafasının koparılmasını istemiş. merhamet duygularıyla coşan halk, jandarmaları zorlayıp ölüm cezasını beş defa çeken bahtsızın yardımına koşmak üzereyken, celladın yirmi yaşında bir genç olan uşağı giyotin sehpasına çıkıp mahkuma ellerini çözeceği için sırtını dönmesini söylemiş ve hiçbir endişe duymadan söyleneni yapan can çekişen adamın sırtına sıçrayıp elindeki kasap bıçağıyla boynunun hala kopmayan kısmını acımasızca kesmiş.
üç ay önce dijon'da giyotin sehpasına bir kadın getirildi. doktor guillotin'in bıçağı bu kez de işini iyi göremedi. kafa tamamen kesilmedi. bunun üzerine celladın uşakları kadının ayaklarına sarılıp çekiştirerek bahtsızın çığlıkları arasında bedeni kafadan ayırmayı başardılar.