ray bradbury
başlangıçta sis vardı.
insan kendini korkutan şeyi görmek ister.
dostlar affetmez, unutur.
yolda ozymandias'ın ilk yarısını yüksek sesle okudum: eski bir ülkede bir seyyaha rastladım. dedi ki: iki büyük ve çıplak taş bacak çölde duruyor. yanlarında, kumun içinde yarı gömülü, parçalanmış bir yüz yatıyor. çatık kaşları, alayla bükülmüş dudağı ve soğuk hakimiyeti heykeltıraşın tanıdığını gösteriyor bu duyguları ki hâlâ yaşıyor bu cansız şeylerde alay eden el, besleyen yürek. ve kaidesinde şu sözler yazıyor: "adım ozymandias, krallar kralı: eserlerime bakın, ey büyükler ve utanın!" başka bir şey yok yanında. etrafında ise bu muhteşem enkaz kalıntısının, sınırsız, çıplak yalnız ve dümdüz kumlar uzanıyor.
"yorganın altına giren genç bir adamın kulağı hiçbir şey işitmez." (japon atasözü)
deliliğin son safhasına ulaştığın zaman seni kovar, hakkında mantıksız, bencil ve hayal gücü sıfır diye söylentiler yayarlar. üstünde adın basılı tuvalet kâğıtları dağıtılır her stüdyoya, kodamanlar adını şakısınlar diye papa tahtına oturdukları zaman.
eğer hayatım boyunca yaptığım aptalca şeyleri bağışlamasaydım, sonsuza dek donakalırdım.
kaos benim gıdamdır. borsa mı düştü? vapurlar mı battı? harika. 1946'da dresden'e geri döndüm, sırf mahvolmuş binaları ve bombardımandan şok olmuş insanları görmek için. sahi mi? görmek istemez miydin? veya 1940'ta londra'daki yangınları. insanoğlu ne zaman iğrenç bir şey yapsa ben mutlu oluyorum.
elimize fırsat geçse hepimiz adam öldürebiliriz. cinayet hepimizin düşleyip de yapamadığı şeydir.
iyi şeyler mutlu etmiyor mu seni? sanatçı ruhlu insanlar, yaratıcı kadın ve erkekler? hayır, hayır. groc hızlandı. onlar ruhumu sıkıyor. aptallıklar arasında bir durgunluk. manzarayı, kesik gülleri ve natürmortlarıyla bozan birkaç saf enayinin varlığı, yeraltı makinelerini yağlayan ve dünyayı mahvoluşa sürükleyen mağara adamlarının, cüce solucanların, yılanların varlığını daha da belirginleştiriyor. kıtalar geniş birer çamur deryası olduğu için, koca bir çift çizme alıp içinde yuvarlanmaya karar verdim yıllar önce. ama bu bir rezalet, aptal bir fabrikanın içine kilitlendik kaldık şimdi. onlara gülmek istiyorum, onlar tarafından yok edilmek değil. sıkı tutun! keskin bir dönüş yapıp golgota'yı geçtik.
küçük bir çığlık attım. çünkü golgota yok olmuştu. ilerde, yakma makinesinden kara kara dumanlar yükseliyordu. üç haç yanıyor olmalı, dedim. güzel! groc burun kıvırdı. acaba h. i. bugün gece yurdu'nda mı uyuyacak? başımı çevirip baktım.
deliler kalmaya karar vermişlerdir, dedi crumley. hayatı o kadar severler ki onu yok etmektense, kendi ördükleri bir duvarın arkasına girip saklanırlar. duymamış gibi yaparlar ama duyarlar. görmemiş gibi yaparlar ama görürler. delilik şöyle der: yaşamaktan nefret ediyorum ama hayatı seviyorum. kurallardan nefret ediyorum ama beni seviyorum. onun için, mezara girmektense saklanıyorum. içkinin arkasına veya yatağın içine veya iğnelere, beyaz tozlara değil, deliliğe. kendi rafımda, kendi duvarlarımın arkasında, kendi sessiz çatımın altında. ya böyle, işte onun için deli insanlar bana umut veriyor. sağ ve aklı başında olma cesareti veriyor, elimde hep bir çare var, bir gün yorulup da ihtiyaç duyarsam: delilik.