demokratik yönetimin anlamı, herkesin fikrinin geçerli olmasıdır.
ben inançlı biri değilim, ben bu dünyada yaşıyorum. bizlerin, hepimizin yaptığı gibi ben de, bizi tımar etmek isteyenlerin elinden kaçıp kendi kabuğumun en kuytularına çekildim.
çalışanları tebaa haline getiren, burjuva toplumunun kurumlarıdır; önlerine yem atılmasıyla istedikleri yere saldırtabilecekleri, yozlaşmış bir şüreka yaratmaktan medet umanlar da onlardır.
dünyanın yuvarlak olduğunu ve kendi çevresinde döndüğünü dile getirmek zenginlerin ve yoksulların varlığını onaylamak anlamına gelir. fiziğin temel ilkelerinden söz ederken aynı zamanda bilim kadar eski olan ve çalışanlarla çalıştıranların ayrıldığı işbölümünden de söz etmiş oluruz. antik çağ bilimcilerinin temellendirdiği dünya görüşünü bütünselliği içinde benimsemek, toplumsal ilişkilerin mevcut kurallarına bağlanmanın da bir ifadesidir daima. dönmekte olan bir kürenin üstünde yaşadığımızı bilmekle birlikte, bu bilginin doğalmış gibi gösterilen bütün diğer türevlerini unuttuğumuzda düşünmemizi belirleyen şeyin dehşet verici boyutlarda olduğunu anlayabiliriz ancak.
sanatsal sorunlar duygusal ve ideolojik gözetmelerle ele alınamaz.
her düşmanın mahiyeti şu veya bu derecede farklı olabilir; ama son darbenin vurulacağı anda düşman tek vücut olarak karşımıza çıkar.
her şey değişmez ilkelere göre gerçekleşiyordu; çünkü bize böyle bir dünya anlayışını aktaranlar daima kuralları belirleyenlerin tarafındaydı. muhalifler her zaman olmuştu, tarih onlara göre bir vahşetler silsilesiydi; ama birbirini izleyen oligarşilerde onlara hiçbir zaman söz hakkı tanınmamış, papirüs rulolarından parıltılı radyolara kadar gerçek hep demagoji tarafından boğulmuştu. bilginler, ufku geniş olanlar çalışanlara bağlanmış olsalardı eşitliğe dayanan bir yaşam vizyonunun hayata geçmesi için yüzyılımıza kadar beklemek gerekmezdi.
kurtuluş bize dışardan verilemez; kurtuluşu bizim kendi ellerimizle kazanmamız gerekir.
düşteki ve edebiyattaki azap öyle bir azaptır ki, bundan kaçmanın yolu yoktur, orada her şeye maruz kalabilir, her şeyi adeta gerçekmiş gibi yaşarız, düşte dayanılmaz bir noktaya geldiğimizde uyanırız; buna karşılık edebiyatta dayanılmaz olandan onu ancak söze dönüştürerek kurtuluruz.
eğitimin, basının, diplomasinin bizi aldatmasına, daha yüksek parti organlarının bize çocuk gibi davranmasına izin verdiğimiz için kabahat bizde. şeytani politik aygıtın karşısına kendi mütevazı dünyamızla çıkmak bir yanıyla elimizde kalan yegane becerimiz; ama öte yandan da bizim eksiğimiz. hazır görüşleri hiç sorgulamadan benimsemekten ve başkalarına aktarmaktan korumalıyız kendimizi. en aptalca tepkiler bile, dua okur gibi söyleneni huşu içinde tekrarlamaktan veya kabul edemeyeceğimiz eylemler karşısında suskun kalmaktan daha iyidir.
işçilerin neden kendilerini eğitmek, ilerlemek için çaba göstermediklerini sorgulamak zorundayız. ekonomik sorunlar hepimizi zorluyor ve engelliyor; ama o da tek başına bu pasifliğin, eyleme geçme beceriksizliğinin, kaderciliğin sorumlusu olamaz.
her savaş, ulusal bir halk savaşı da dahil, patolojik bir ortam oluşturur, tüm bireysel yansımalarıyla birlikte. savaşanlar, politik bilinçleri ne kadar güçlü olursa olsun, ihtiyaçlarını gözardı ederlerse uyarılma özelliklerini yitirirler, bu da onların dayanma gücünü zayıflatır. sınıf devleti, genelevler açarak askerlerin dürtülerini tatmin yoluna gitmişti; ama bir halk ordusu için bu yöntem, askerlerin ruh hallerine denge getirse de kadının aşağılanması anlamına geldiği için kabul edilemezdi.
gerçek, bizim amaçlarımıza o gün en yararlı olan şeydir.
işçi kültürünün bekçileri sık sık, entelektüellerin her şeye tepeden baktıklarını, ukala olduklarını, bizi eğitmek ve yönetmek istediklerini, buna karşılık durumumuzu bizden başka kimsenin değiştiremeyeceğini söylerler. böyle bir anlayış oluşum ve olgunlaşma fikrini dışlıyor, günün birinde bizim de yüksek öğrenimle tanışmamızı talep eden bakış açısının önüne set çekiyor. bu süreç yaşanmadan işçi sınıfının kendi görev bilincine varması mümkün değil. hareketimizin içine gerici, kültür düşmanı bir eğilim sızdı. kim ki okumuşluğu, sanattan anlamayı küçümsüyor; düşünmeye de karşı demektir.