tolga örnek
evet değerli kent dinleyenleri, kaybedenler kulübü burası. bu akşam da programı her zaman olduğu gibi montana çetesi'ne, hayatı ve kadınları öğrendiğimiz ve hala öğrenmekte olduğumuz kadıköy sokaklarına ve şehrin bütün kötü çocuklarına adadık. hem de hiç tereddüt etmeden. burada sizinle sabaha kadar olmak isterdik ama, takdir edersiniz ki sayın dinleyenler, bizim de bir seks hayatımız var. iyi geceler sayın dinleyenler. tabi eğer böyle bir şey mümkünse.
kadınların özelliği ne biliyor musun? seni sen yapan özelliklere aşık olup sonra senden o özellikleri almaya kalkıyorlar.
bazı insanlar aile kurmaya önem verirler. yani buna değer verirler. bazılarıysa başka birtakım şeylere değer verirler. bunlara değer verirken, niye değer verdiğini düşünmez birey. toplumun içinde erimiş olan birey. hem toplum, koleje girmeyi bir değer olarak sunduğu için artık o, kişiliğini yok sayma halidir. koleje girmek için yarışır. üniversiteye girmek için yarışır. iyi bir işe girmek için yarışır. güzel bir kadınla evlenmek için yarışır. devamlı bir yarış ve kazanma zorunluluğu.
aslında kazanmak nedir ki? en büyük zaferi kazandığında bir antonius olduğunu düşün. paris'e geldiğini ve o takın altında olduğunu ve bütün insanların senin altında olduğunu düşün. ve gücün en üstünde olduğunu. yalnız kaldığın o anda "ne oldu be? şimdi ne olacak?" diyorsan kaybedersin sen. kaybetmişsin. yani o anda en büyük zaferin içinde kaybetmişsin. peki bunun farkında olmak yaşlı bir kızılderilinin dediği gibi hayatın bize sunamadıklarını mı sunar? yoksa, bir radyo dinleyicisinin dediği gibi sanat, diğer tüm şeyler gibi seks için midir?
bazen kendinden uzaklaşmak ister insan. bazen gidersin, sırf dönebilmek için. bazen bir kadın sana "en çok korktuğum şey, bir kadının gözyaşıdır." diyor, kendi adına. "eğer çok sevdiysem" diyor "eğer çok sevdiysem" oysa bilmiyor ki, sevmek de bir an'a ait. her şeyin başı su. felsefenin de.
"neden bu kelimeler bana hep sıkıcı ve soğuk geliyor? acaba senin adın olabilecek kadar zarif bir kelime olmadığı için mi?"
john fowles: insanın ruhu vücudunun en bitkin parçası. ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz için hayat, sonu olmayan bir yolmuş gibi geliyor bize.
bana kalırsa hayat, yanlış zamanda yanlış yerde olmaktan oluşur.
kendinden ne kadar uzaksan aslında kendine o kadar yakınsın. yeryüzünde sana en uzak nokta aslında sırtındır. bazen büyük farklılıklar, insanları birbirine daha da yakınlaştırır. bir kürenin üzerinde yapılan bütün yolculuklar aslında yalnızca başlangıç noktasına yaklaşmaya yarar.
hayatta ucu sekse dokunmayan bir şey var mı?
aşık olmak anlık bir şey. birden her şeyin çok parlak göründüğü, birden en pastel renklerin bile ısınmaya başladığı, birden tüm yemeklerin çok daha lezzetli olduğu bir an bu. insan karar vererek aşık olmaz. sadece bir bakar, olmuş.
ben geçen gün ölüyorum sandım yalnızlıktan.
rutine dönüşen her şey sıkıcıdır aslında. bu yüzden komşunun bahçesindeki çimen bize hep daha yeşil gelir, her zaman. evet ama rutine dönüşmeyen hiçbir şey de kalıcı olamaz ki hayatında.
galiba en çok düşündüğüm konulardan biri bu. kaybedecek bir şeyinin kalmaması, özgürlük galiba. ama bunu kim elde edebilir, kim başarabilir, onu bilmiyorum.
inanmak istediğim her şeye inandım bugüne kadar. sonunda öleceğimi, sonunda kanayacağımı bildiğim halde istediğim her şeye inandım. bir şeyleri elde etmeye çok yakın hissettiğimde de kaybettim.
hiç, gülümsemedi. hiç. hiç gülümsemeyecek gibiydi. iyi bir gün batımından beklenebilecek her şey vardı oysa. gökyüzünde bütün o sıcak renkler. hafif bir esinti. parfümünün kokusu. o anda bir örs düşse gökyüzünden. ancak 9 gün 9 gece sonra varabilirdi yeryüzüne.
"ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?"