jerzy kosinski
fabian karavanına girmek üzereyken orta yaşlı bir adam, çevik hareketlerle kendisine yaklaştı, elini havaya kaldırarak selam verdi. kıvrak, sırım gibi bir ispanyol'du. kenarları mübalağalı derecede dik iri şapkası "interstate wildlife cruiser" yazısını okuyan arzulu ve dikkatli gözlerinin üzerinde taç gibi duruyordu.
"hey, doğa adamı" diye fütursuzca bağırdı. "çiftlik işçisine gereksinimin var mı? uşağa, sütnineye, aslanlara et vermeye, herhangi birine, herhangi bir şeye?"
"gereksinimim varsa ne olacak?" diye karşılık verdi fabian. "aslanlara et olarak seni mi vereceğiz?"
elini uzattı adam. "benim adım rubens batista. bir zamanlar kübalı, santiago'luydum, şimdi özgürlükçü amerikalıyım. birlikte çalıştığım kişiler beni latin hustle diye çağırır."
fabian uzatılan eli tuttu. parmakları cafcaflı yüzüklerle doluydu.
"nerede kalıyor bu insanlar? satış işi nerede yapılıyor?"
"birkaç mil ötede. her gemi gelişinde başka yerde. florida üzerinden balıkçı tekneleriyle geliyorlar. ayda iki üç kez, deniz elverişli olduğu zaman."
"gidelim" dedi fabian.
latin hustle'ı izleyen fabian, çok geçmeden süprüntülerle dolu bir bölgeye saptı. pencereleri parçalanmış kırık dökük evler yolların kıyılarına dizilmişti. önlerinde, kaportaları pas tutmuş arabalar alacalı bulacalı duruyordu.
latin hustle, fabian'a, sıvaları dökük eski bir apartmanın harap kapısı önünde durmasını işaret etti. avlunun girişi, leş gibi kokan süprüntülerle ve örselenmiş boş konserve kutularıyla çepeçevre kuşatılmıştı.
fabian avlunun sevimsiz ışığında belki yüz kişilik bir insan sürüsüyle karşılaştı. çoğu kara deriliydi; erkekler küme küme oturmuş sigara içiyordu. kadınların bazıları bebeklere bakıyordu. çocuklar suskundu, cansızca oynuyorlardı. sıkıcı bir hava vardı, insanların üzerinden dökülen giysiler soluktu, yamalıydı.
karavanın görünmesiyle bir kıpırdanma oldu. gri, temiz ve ciddi giysiler giymiş beyaz bir adam fabian'ı selamladı. latin hustle'ın takdim etmesine fırsat vermeden, kendisinin patronlardan biri olduğunu açıkça belirtti.
"ismim coolidge" diye lafa başladı, fabian'ı ve karavanı süzerek. "hayatımda gördüğüm tekerlekli en büyük model. bahse girerim bunu çalıştırmak için esaslı bir beygir gücü gereklidir."
sürüyü yararak fabian'a yol açarken, birkaç müşteriye haitilileri soğuk bir tavırla övdü.
"yasa ne diyor bütün bu işlere?" diye sordu fabian.
"ne dediniz?" diyerek baktı coolidge.
"insan satmak yasalara aykırı değil mi?" dedi fabian.
"kimsenin insan sattığı yok." diyerek vurguladı coolidge, bilgiçlik taslayarak. "olanakları satıyoruz biz; işe ya da adama gereksinimi olanlara."
"biz onların yiyecek, barınak ve iş bulmalarına yardımcı oluyoruz" diyerek devam etti coolidge. "önünde sonunda birilerinin onlara yardım etmesi gerek."
fabian adamın gözlerinin içine baktı. "bu yardımın fiyatı ne kadar?"
"eğer tek bir adam alırsanız, diyelim bir çiftten daha pahalıya gelir. tüm bir aileyi alırsanız, özellikle küçük çocuklarla birlikte, sizin için harika bir pazarlık olur."
"hiç genç kadın yok" dedi fabian gelişigüzel.
"genç bir kadınla ilgilenir miydin?" diye sordu latin hustle kayıtsızca.
"hangi erkek ilgilenmez ki?" dedi fabian.
"ne kadar genç olmalı?"
caddeye çıktılar. peşinde çocuklarıyla zenci bir kadın geçti yanlarından; bir oğlan ve biraz yetişkince bir kızla. latin hustle, fabian'ın kıza baktığını fark etti. "tatlı bir kız çocuğu" dedi.
"çocuk değil, genç bir hanım demek daha doğru" diye karşı çıktı fabian.
"ne demek istediğini anlıyorum." düşünceli bir havaya girdi latin hustle. "böyle birine babalık etmek ister miydin?"
fabian güldü. "babalık etmek mi? biraz geç değil mi? kızın zaten bir babası var."
"ya yoksa? onun babalığı olmak ister miydin?"
"diyelim ki onu evlat edinmekte bir sakınca görmedim" dedi fabian ihtiyatla, "ne olacak?"
"evlatlık çocuk verilen bir yere götürebilirim seni."
"ne derece yasal bu?" diye sordu fabian.
"soluk alıp vermek kadar yasal." dedi latin hustle. "bu çocuklar yetim. terk edilmiş. kendilerine bakamayacak ya da bakmak istemeyen ana babalar tarafından sokağa atılmışlar."
"senin bu işle ilgin ne?"
"her zamanki gibi ufak bir komisyon. hepsi bu."
"gidelim" dedi fabian birdenbire.
"buyurun" diye karşılık verdi latin hustle.
kalabalık kent caddelerine çıktılar yeniden. karavanın kendisini izleyebilmesi için yavaş yol alıyordu latin hustle. yayvan bir binanın önünde durmasını işaret etti fabian'a. görünüşü iç açıcı değildi ama bir zamanlar resmi bir yapı olduğunu belirten bir havaya sahipti. en üst kata çıktılar. geniş bir bekleme odasında buldu kendini fabian. içerde dört adam daha vardı. latin hustle, kontrplak duvarlarla odadan ayrılmış iki bölmeden birine dalıp gözden kayboldu.
hiç kimsenin bozmadığı bir sessizlik sürüyordu. latin hustle yeniden göründü ve kendisini izlemesi için fabian'a işaret etti.
bölmedeki masada kısa boylu, dazlak ve gözlüklü bir adam oturuyordu. ayağa kalktı ve fabian'a kendisini avukat olarak tanıttı. latince ve ispanyolca yazılmış ve özenle çerçevelenmiş diplomaları işaret etti.
fabian adamın karşısına oturdu, latin hustle masanın yanına bir iskemle çekti.
avukat, fabian'ın gözlerinin içine baktı, nazik bir gülümsemeyle resmiyeti yumuşattı.
"rubens, kasaba dışında bir haranız olduğunu söyledi bana."
"öyle" dedi fabian.
"ve atlarınızın bir kısmını yanınıza alıp özel olarak imal edilmiş bir arabayla dolaşıyorsunuz."
"doğru."
avukat masanın üzerinden eğildi. gülümsemesi arttı. "öyleyse birtakım olanaklara sahip bir insansınız siz."
fabian başını salladı.
"mükemmel" dedi avukat, tatmin olmuş bir halde. "olanaklara sahip bir insan olarak, rubens sizin pazarlıkta.." sözcüğü düzeltmek için durdu. "rubens sizin bir çocuğu evlat edinebileceğinizi söyledi; kimsesiz bir çocuğu."
"kimsesiz bir kız çocuğunu" diye atıldı latin hustle.
avukat ters ters baktı, sonra bir kurşun kalemle bir tabaka kağıt aldı. fabian'a döndü.
"ne yaşta bir çocuk isterdiniz?" kalemini havada salladı. "evlat edinmek için" diye ekledi anlamlı bir şekilde.
fabian duraksadı.
"okul çağında. genç bir hanım" dedi latin hustle.
avukat not aldı. "çocuğu okula göndermeyi mi yoksa evde yetiştirmeyi mi yeğlerdiniz?"
"evde yetiştirmeyi." latin hustle sırıttı.
"okula göndermeyi yeğlerim" dedi fabian.
avukat, söyleyeceği şeyi vurgulamak ister gibi gözlüklerini çıkartıp önüne koydu.
"sizinle açık konuşayım." dedi resmi bir tavırla. "özgün üvey baba mı olmak istersiniz.. yoksa bir dizi üvey babadan biri mi?"
"anlayamadım" dedi fabian.
"özgün üvey baba, çocuğu ilk kez evlatlık edinen kişidir." diyerek açıkladı avukat.
"tıpkı ilk günah gibi" diyerek söze karıştı latin hustle.
avukat ona aldırmadı. "öbür türlüsünde ise bir başka babanın yerini alırsınız."
sözlerinin karşısındakince hazmedilmesi için bekledi avukat. "sizin arzu ettiğiniz yaştaki genç hanımların çoğu zaten evlat edinilmiştir; geçmişlerinde birkaç üvey babaları vardır." kalemini masaya vurdu. "evli ya da bekar bazı beyefendiler, çocukları olsun olmasın, evlat edindikleri çocuğu ancak belli bir süre için tutarlar; diyelim iki ya da üç yıl. kız büyüyünce, yani artık çocuk sayılamayacak yaşa gelince.. ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur."
fabian adamın ilk kez yılışıkça sırıttığına dikkat etti. "o zaman genç hanım evlat edinileceği yeni bir evi gereksinir. son üvey babası ise evde bakabileceği yaşta başka bir çocuk, başka bir kız arar. ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi?" yılışık bakışları şehvetli bir hal aldı.
"sanırım ne demek istediğinizi anlıyorum" dedi fabian.
"tabii ki beyaz kızlar için büyük bir talep var." dedi avukat. yeniden resmi tutumunu takındı. "ilk kez evlat edinilecek bir kız bulmak genellikle daha pahalıya gelir." diye ekledi.
"henüz genç bir hanım değilken" diye kendi kendine mırıldandı latin hustle.
"ama birkaç kez evlat edinilmişse babalar daha hoşgörülü oluyor ve kız ucuza alınabiliyor." diyerek garanti verdi avukat.
"ortalama birini evlat edinmenin fiyatı ne kadar?" diye sordu fabian.
"çocuğa bağlı bir şey bu tabii; rengine, geçmişine, vesaire" dedi avukat, düşünceli bir halde birtakım hesaplar yaparak.
"vesaireler fiyata eklenir" dedi latin hustle.
"ama şunu söylemeliyim ki, küçük bir kız, arzularınızı, zevk için bindiğiniz bir kısraktan daha ucuz bir fiyata yerine getirebilir." diyerek tamamladı avukat.
avukat pazarlıkta uyuşmuşçasına, fabian'ın önüne kız ve oğlan fotoğraflarıyla dolu bir albüm koydu. "hepsi burada" dedi. "ne yazık ki bazı fotoğrafların kalitesi düşük."
"neyse ki kızların değil." latin hustle gözünü kırptı.
"evlat edinmek için çok fazla belge hazırlamak gerekiyor mu?" diye sordu fabian.
avukat elini salladı. "gerekiyor; ama dediğim gibi, iş yaptığımız adamlar çoğunlukla açık fikirli kişiler, bizim dostlarımız."
"kız bekleneni vermezse ne olacak?" diye sordu fabian.
"kızı yeniden evlatlık verebiliriz" dedi avukat. "siz de bir başka çocuğu evlatlık edinmek isteyebilirsiniz; daha büyük ya da daha küçük bir çocuğu."
"gerçek bir profesyonel baba." latin hustle'ın sesindeki neşeyi duymak olanaklıydı.
avukat ayağa kalktı, işi sona ermişti. "lütfen bu konuda rahatça düşünün." ağır albümü müşterisine teslim etti. latin hustle, fabian'ı törenle odadan çıkardı, bekleme odasındaki bir kanepeye yerleştirdi, sonra yeniden kontrplak duvarlardan birinin ardında kayboldu. odada üç adam kalmıştı. fabian albümün kalan sayfalarını çevirirken hiçbiri ilgi göstermedi, kitabın yabancısı değillerdi.
fotoğrafların çoğu ya polaroid kameralarla ya da parklarda ve otobüs duraklarında rastlanan türden otomatik makinelerle çekilmişti. bazı resimlerdeki birtakım işaretler, bunların aile albümlerinden ya da çocuk sömürüsünü açık seçik sergileyen gazete ve magazinlerden kesilip alınmış olduğunu gösteriyordu. her fotoğrafta, okul çağındaki bir kız ya da oğlan görünüyordu. bazıları saf bir çekicilikle gülümsüyordu, bazıları boş boş bakıyordu, diğerleri ise ürkmüş ya da kuşku içindeymiş gibi suratlarını asmıştı.
fabian'ın gözleri, 14 yaşında görünen bir kızın fotoğrafına takıldı. zayıf, bakışları etkileyici, dudakları dolgun bir kızdı bu. uzun ve parlak siyah saçları, omuzlarına dökülmüştü. üzerindeki bol giysisi, bir keşiş cüppesi gibi, bir oğlanınkini andıran beline dolanmıştı. kollarının birinden bir havlu sarkıyordu.
fabian, bir an için, bu fotoğrafın altındaki numarayı ve harfleri yazmak arzusunu duydu; neredeyse babalık serüvenine giden yola koyulacaktı.
ama o anda, bu işin üstesinden gelebilecek denli enerjisi olmadığını kabullendi. sayfayı elinde şöyle bir tarttıktan sonra, isteksizce çevirdi. kızın fotoğrafı, daha önceki sayfaların arasında kaybolup gitti.