3.05.2011

roman ve hikaye

murathan mungan


roman ve hikaye arasında kaba bir benzetme yapacak olursak, en hafif adlandırmayla, roman başlar, gelişir ve biter. okuyucunun elinden tutar, onu bir yola çıkarır; eline, izleyeceği güzergahın, kişilerin ve maceraların haritasını, sorularını verir. ne kadar sürpriz yaparsa yapsın, ne kadar oyun kurarsa kursun, okur, sayfalar boyu aynı haritanın içindedir. ister klasik, ister modern olsun, romanın en önemli özelliklerinden biri, mimari bir yapı bütünlüğü göstermesidir. kendi içinde bir iz sağlamlığı, bir tutarlılık, bir süreklilik taşır; deneysel roman bile bunun çok dışında değildir ve bu anlamdaki tüm yapıbozucu yönelimlerine karşın, kendi içinde bir yapı tutarlılığı gösterir. sonuçta, kırdığı klasik anlatı zincirinin parçalanmış görünen bölümleri arasında bile, bütünleyici bir eklemleme mantığı görülür. deneysel çalışmaların çok uçlara götürüldüğü kimi öncü yönelimleri dışta tutarsak, bir roman, en parçalanmış, en bölünmüş hali, en sıçramalı anlatımı, en çapraşık kurgusuyla bile, kendi üstüne katlanabilen, kendi içinde amaçlanmış ve gözetilmiş bir bütünlük kurmaya çalışır. belki de türe adını, doğasını veren, bu hayata benzerliğini güçlendiren ve okura en ilginç gelen yanı bu.

okurun, yazınsal tercihinin dışında sayabileceğim psikolojik tercihinin en belirleyici yanının bu bütünlük, bu tamlık duygusu olduğunu düşünüyorum. insanoğlunun, gövdenin tamlığına, bütünlüğüne olan içgüdüsel düşkünlüğüne, bir biçim olarak dairenin tamamlanmışlığına, kendine kapanmışlığına olan güven gereksinimine en uygun düşen bir yapı karşılığı taşıyor roman. en azından her roman, daha başlangıcında bunu vaat ediyor. insan egosu, ucu açık olan şeylere tahammülsüz. belirsizlikten nefret ediyor. daha doğrusu, bütün toplumsal ve kültürel eğitim, belirsizliğe karşı duyulan korku üzerine kuruluyor. bütünlük, sağlamlığın ya da sağlığın işareti olarak anlaşılıyor. bütünlük, kültürümüzün belli başlı kavramlarından biri. bütün dinler, bilimler, sanatlar ve toplumsal kurumlar, bu kavram üzerine yapılanıyor. sonsuzluk karşısında "sonluluğumuz", varlığımızı koruyor. parçalanmışlık karşısında bütünlük, yarım kalmışlık karşısında tamamlanmışlık, bilinmezlik karşısında açıklanabilirlik, boşluk karşısında belirlilik istiyoruz. açıklamaların doğru olup olmaması hiç önemli değil, bizim onlara inanmamız önemli. çoğu kez ikna olduğumuz şeylerin usla, ussallıkla bir ilgisi olmadığının bilgisine için için sahibiz zaten. sonu evlilik ya da ölümle biten filmleri bu yüzden seviyoruz belki de; her ikisi de sonunda aynı kapıya çıktığı için.

oysa hikayeye adını veren şey bir biçimde yarım kalmışlığıdır. buna karşın okur, romanın sonunda ucun açık kalmayacağını, bir biçimde kapanacağını bilir. kesinliğin güvenini ister romandan. hikaye ucu açık, çeşitli sonlara açık bir tür; egolarımızsa ucu açık şeylere asla tahammül gösteremiyor; sonunu bilmek istiyor insanoğlu, tünelin ucunu görmek istiyor. bir hikaye kitabı, doğası gereği, fragmanlardan oluşuyor, tek tek öykülerden; üstelik her öyküde kişiler ve mekanlar değişir; öyküsünü izlediğimiz olayın, durumun hayat nasıl eklemlendiğini bilemezsiniz; çoğu kez, öncesi konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığınız durumların sonrası hakkında da gölgede, kuşkuda bırakılırsınız. hikaye, romandan çok daha fazla iş bırakır size; hayal gücünüzü zorlar, sizi işin içine katar, alan ve inisiyatif tanır, boşlukları doldurmanızı ister. anlattığı her şeyi yeniden anlamlandırmanızı bekler.

en önemlisi roman, türü ve doğası gereği, kısa bir süre sonra kendine özgü alışkanlığını yaratır. en kötü roman bile, kimi zaman alışkanlık kolaylığıyla okunur; alışkanlıklarla sürdürülen evlilikler, ilişkiler gibidir; ya kişilere, mekanlara ya da olayların gidişine alışmışsınızdır; fazla zorlanmanız gerekmez, ayak sürümeniz yeter. en azından bitene kadar idare edebilirsiniz. oysa hikaye, her seferinde bir kitabın içinde bizi böler, bir hayata ve insanlara tam alışmışken, ortada bırakıverir; bize, terk edilmeyi, bırakılmayı anımsatır; yepyeni kişiler ve yeni durumlarla karşı karşıya getirerek yeni sınavlara sokar; yeniden birini, birilerini tanımayı ve güvenmeyi öğrenmek zorunda bırakır.

hikaye, hayatımızın dar zamanlarına, ara kesitlerine, sıkışıp kalmış parçalarına ışık düşürüyor, belki bir ömrü kuşatacak büyük bir hayat tasavvuru olarak değil, daha çok alçakgönüllü bir şimdiki zaman bilgisi ve sanatı olarak kuruyor kendini. doğası gereği hikaye, bir şimdiki zaman sanatı, roman ise bir geniş zaman sanatı olarak konumluyor kendini. tüm bir hayat, yarın beklentisi üzerine kuruluyken, roman, kendi bünyesi içinde olası yarınlar kurarken; hikaye, kimseye bir yarın duygusu vermiyor. bu anlamda bir öksüz sanatı. gidecek yeri yok. orada öylece duruyor.

yazarı amaçlamasa bile, türünün doğası gereği alışkanlıklarınızı zorlar hikaye. hep dirilik ve dikkat ister sizden, kitap içindeki her yeni öyküyle birlikte dikkatinizi ve ilginizi tazelemenizi ister. yani insanların becermekte en çok zorlandıkları şeyi ister: yeniden başlama gücünü. bu yüzden her seferinde ısrarla yeni kişilerle tanıştırır sizi. yeni durumlarla, yeni olaylarla. yeni alıştığınız mekanlardan ansızın koparıverir sizi. yeni sevmeye başladığınız insanlardan ayırıverir. hikaye,sürekli bir taşınma ve tanışma halidir. roman ev sahibi; hikaye kiracıdır. roman, yıllar sonra döndüğünüzde, sizi aynı yerde bekler. hikaye ise, ardında büyük bir boşluk bırakarak bir gecede taşınıp giden sevdiğiniz komşunuzdur. roman yerli; hikaye yabancıdır. roman, sizi anlattığı dünyanın yerlisi kılar bir süre sonra. o dünyadan olup olmamanız önemli değildir, anlattığı kişilere benzeyip benzememeniz de; sonuçta bir tür tanıdıklık kurarsınız, bir tür denetim; bu da size, oranın yerlisi olma duygusu verir.

romanın her şey için zamanı boldur. oysa hikayenin zamanı dardır; her seferinde sizi yabancı kılar. konakladığınız yerde fazla tutmaz sizi, uğurlar; yeni maceralara, yeni hayatlara, yeni kişilere. hikaye, yanımızdan gelip geçer, uçucudur; kaçırılmış olanaklar, unutulmuş anlar, ıskalanmış fırsatlar gibidir. zamanında kıymetini bilemediğiniz gençlik anılarıdır, veda sözleridir, ayrılık mektuplarıdır; geri dönüp onaramayacağınız hatalarınız, şimdi sizi utandıran toyluğunuz, pişmanlıklarınız, vicdan ağrılarınızdır. hikaye bir çeşit gurbettir. git git bitmez.