mine söğüt
insan kim olduğunu düşünmeye başladığı anda başkalaşır. kendi gibi olanlarla olmayanlar arasında savaşlar çıkarır. ait olduğu ya da olmadığı kimliklerden silahlar yapar. dağları uçurur, ormanları yakar. dünya bir gün aniden dönmeyi durdurursa, müsebbibi bu soru olacaktır. ya da bu soruya verilen bir cevap. münasebetsiz bir cevap.
yalnızlık insanı olgunlaştırır. eğer etrafınızdaki herkes bencilse ve etrafınızdaki herkes sizin için kendi hayatını feda ettiğini söyleye söyleye, her şeyi sizin için değil kendi için yaptığını inkar ederse ve siz de dinlediği, okuduğu müthiş masallarla vicdanı mühürlenmiş bir çocuksanız kimseye kızamazsınız. herkesi anlarsınız. anlamak affetmektir. siz anlayıp affedersiniz, onlar anlamadıkları için hep kinlenir. affınız bile kinlendirir birilerini. düşmanı çok bir derviş olursunuz. dervişliğiniz diken olur düşmanı kanatır durur. kanı gördükçe üzülürsünüz. siz üzüldükçe dikeniniz sivrileşir. yapayalnız kalırsınız. anlayışlı ve üzgün ve yalnız, yapayalnız. simsiyah bir yalnızlıkta boğulur gider hüznünüz.
neden anı sabitlemek ister insan? neyi hapsetme arzusudur bu? zamanı mı? o geniş, o sonsuz, o başlangıçsız, o tanrısal zamanı mı? hiç anlayamadığı, anlayamadığı için de ölesiye korktuğu zamanı? neden? bugününe, anına, yaşadığı hayata sahip çıkmayı beceremezken, geçmişin elini kolunu bağlayarak, olmuş bitmiş geçmiş gitmiş bir anı durdurmanın anlamı ne?
sokaklarda yaşayan ve hiçbir şeyle bağı olmayan çocukların bile özgürlükleri kafestedir. çalıdan çırpıdan ve kırılgan olsa da kafes kafestir. delilik bile kafestedir. hiçbir şey kendi sınırlarını aşamaz. bir şeyin diğer şeylerden başka bir şey olması için sınırları olması gerekir. işte o sınırlar ne kadar uçsuz bucaksız olsalar da neticede sınırdırlar. kafestirler. sınırsız olan tek şey tanrıdır. o da yoktur. yani kafese sığmayan tek şey, hiçtir.