virginia woolf
yürürken, bir yandan da, tek yeteneğim, insanları anlamak diye düşünüyordu, neredeyse içgüdüyle sezmek.
kişi başarısızlıklarını gizler.
insanın hayatının yarısı uydurmakla geçer; kendini uydurur, kızı uydurur, zararsız bir eğlencenin ötesine geçen bir şeyler yaratır. işin tuhafı, bunu kimseyle paylaşamaz.
kadınlar, geçmişi bizden daha çok yaşıyorlar. yerlere bağlanıyorlar, bir de babalarına.. kadınlar hep babalarıyla övünürler.
insanın kendi öz kız kardeşinin yıkılan bir ağacın altında kalışını görmesi; hayatının en verimli çağını yaşayan bir kız; içimizde en yetenekli oydu, derdi clarissa, böyle olaylar insanı taş yürekli yapıyor hayata karşı. sonraları iyimserliği kalmamıştı. tanrılar yok, diyordu, suç kimsede değil; böylelikle tanrıtanımazların iyilik için iyilik yapma dinini benimsemiş oldu.
yaşlılığın tek avuntusu, tutkular eskisi kadar yoğun olduğu halde kişinin eninde sonunda yaşayışına nasıl eşsiz bir tat katan gücü elde edebilmesidir; deneyi yakayalıp ışıkta yavaşça döndürerek gözden geçirme yeteneğini kazanması..
ne saçma bir düştü mutsuzluk. belki de dünya anlamsızdır.
böyle bir dünyaya çocuk nasıl getirilir? acıyı ne hakla besleyebiliriz? uzun süreli sevgilerden yoksun küçük duyguların ardına takılıp şuraya buraya sürüklenen bu zevk düşkünü hayvanların soyunu ne hakla sürdürebiliriz?
aslında -o istediği kadar anlamazlıktan gelsin- yalnızca yaşadıkları anın tadını artıracak kadar bir incelik, bir bağlılık, bir sevecenlik vardır insanlarda. sürüler halinde ava çıkarlar. çölü tarar, haykırarak dalarlar bozkıra. düşenlere dönüp bakmazlar bile. yüzlerinde alçıdan maskeler vardır.
insan yaradılışı acıma bilmez.
hiç kimse yalnız kendisi için yaşamaz.
sağlam olmalıyız; sağlıksa ölçüye dayanır; bu yüzden biri odanıza gelip de isa olduğunu (çok sık rastlanan bir kuruntu), bir bildiri taşıdığını, (çoğu bunu ileri sürer zaten), kendini öldürmeyi düşündüğünü (çoğu düşünür zaten), söylerse, ölçüye başvurursunuz; yatakta dinlenmeyi öğütlersiniz; odana çekil ve dinlen; huzur ve dinlenme; arkadaşsız, kitapsız, bildirisiz başını dinle biraz; altı aylık bir dinlenme dönemi..
değeri ölçülmez bir şeydi özsaygı.
aşk en önemli şeydi dünyada; hiçbir kadın anlayamazdı bunu.
din ve aşk, diye düşündü clarissa, sinirden titreyerek odasına döndü. ne iğrençtiler, ne iğrenç. bu kavramları, beceriksiz, öfkeli, hırçın, ikiyüzlü buluyordu; kapılara kulak dayıyor, kapı eşiklerinde yağmurluklara sarınarak kıskançlıkla, kinle tutuşuyorlardı din ve aşk. kendisi hiç kimseyi değiştirmek istemiş miydi? herkesin olduğu gibi kalmasından hoşlanmıyor muydu? pencereden karşı evdeki ihtiyar kadının merdivenleri çıkışını gözledi. isterse çıksın merdivenleri, isterse dursun sonra yine çıksın, yatak odasına girsin usulca (clarissa onun yatak odasına girişini kaç kere gözlemişti), perdeleri aralasın, gözden kaybolsun odanın içinde. gözlendiğini bilmeyen bu ihtiyar kadının pencereden bakmasında saygıdeğer bir şey vardı. küçümsenemeyecek bir şey -ama aşkla din, yok ederlerdi bunu, ruhun bu dokunulmazlığını. ihtiyara baktıkça ağlamak geliyordu içinden.
insan mutlu olunca kendi kendine yeter.
en güzel şarkılar nasıl sözsüz olanlarsa, en iyi dostlar da adsız olanlardır.