jack london
sizin, genç yazar, söyleyecek bir şeyiniz var mı; yoksa sadece söyleyecek bir şeyiniz olduğunu mu düşünüyorsunuz? eğer varsa, hiçbir şey bunu söylemenizi engelleyemez. eğer dünyanın duymak isteyeceği şeyler düşünme yetiniz varsa, düşünmenin en iyi biçimi ifade etmektir.
sarih düşünüyorsanız, sarih yazarsınız; düşünceleriniz kıymetliyse, yazımınız da kıymetli olacaktır. ama ifadeleriniz fakirse, düşünceleriniz fakir olduğu içindir; sığ ise, siz sığ olduğunuz içindir. eğer fikirleriniz karmakarışıksa, berrak bir ifadeyi nasıl umarsınız? bilginiz bölük pörçük ve sistemsiz ise, sözleriniz nasıl kapsamlı ve mantıklı olabilir? ve bir çalışma felsefesinin merkezi fikir akışı olmadan, kaostan düzene nasıl ulaşırsınız? önsezi ve kavrayışınız nasıl sarih olabilir? sahip olduğunuz her bilgi kırıntısının izafi önemini nicel ve nitel olarak nasıl algılayabilirsiniz? ve bütün bunlar olmadan kendiniz olmanız mümkün müdür? dünyanın doygun kulağına nasıl taze bir şey söyleyebilirsiniz?
bu felsefeyi elde etmenin tek yolu onu aramak, dünyanın bilgi ve kültüründen, onu oluşturan malzemeyi devşirmektir. köpüklü sathın altındaki dünya hakkında ne biliyorsunuz? kaynayan kazanın derinliklerinde işleyen kuvvetleri kavramadan, köpükler hakkında ne bilebilirsiniz?
bir sanatçı ibrani efsaneleri ve tarihini, yahudilerin karakter, inanç ve ideallerini, tutku ve zevklerini, umut ve korkularını kolektif olarak biçimlendiren ayırt edici nitelikleri bilmeden bir "ecce homo" resmi yapabilir mi? bir müzisyen germen destanları hakkında hiçbir şey bilmeden bir "ride of the valkyries" (wagner) besteleyebilir mi? sizin için de durum böyle. çalışmalısınız. hayatın çehresini kavrayışla okumayı öğrenmelisiniz. herhangi bir hareketin karakter ve aşamalarını kavramak için, bireyleri ve halkları harekete geçiren, büyük fikirleri doğuran ve yayan, bir john brown'ı astıran ya da bir kurtarıcı'yı çarmıha gerdiren ruhu bilmek zorundasınız. eliniz dünyada olup bitenlerin nabzını tutmalı. bütün bunların toplamı sizin çalışma felsefeniz olacak, o da sizin dünyayı ölçmenizi, tartmanızı, dengelemenizi ve yorumlamanızı sağlayacaktır. bireysellik, kişiliğin bakış açısı üzerindeki bu damgasıdır.
tarih, biyoloji, evrim, etik ve bilginin bin bir dalı hakkında ne biliyorsunuz? "ama" deyip itiraz edeceksiniz, "bunların bir sevda romanı ya da şiir yazmama nasıl yardımcı olacağını anlamıyorum." ah, ama yardımcı olacaklar. bunlar düşüncenizi yayar, ufkunuzu genişletir, çalıştığınız alanın hudutlarını öteye çekerler. size felsefenizi verirler; başka hiçbir felsefeye benzemeyen, özgün düşünceye doğru iterler sizi.
"ama bu muazzam bir iş" diye protesto edersiniz; "zamanım yok benim." bu işin devasalığı diğerlerini korkutmamıştı. hayatınızın seneleri sizin tasarrufunuzdadır. elbette bu yılları tam anlamıyla yönetemezsiniz; ama belli oranda yönetmeniz mümkündür; etkinliğiniz ancak böyle artar, çevrenizdekilerin dikkatini ancak böyle çekebilirsiniz. zaman! zamanın yokluğundan söz ettiğiniz zaman, onu müsrifçe kullandığınızdan söz ediyorsunuz demektir.
gerçekten nasıl okuyacağınızı öğrendiniz mi? bir yıl içinde, öykü yazım sanatını öğrenmeye gayret etmeden, eleştirel melekelerinizi işletmeden, kaç tane tatsız kısa öykü ve roman okuyorsunuz? kaç tane dergiyi baştan sona tamamıyla okursunuz? sizin zamanınız var; budalaca bir cömertlikle harcadığınız zaman -bir daha geri gelmeyecek olan zaman. okuma tercihlerinizde seçici olmayı ve akıllıca sekip geçmeyi öğrenin. günlük gazeteleri, reklamları ve her şeyi okuyan ihtiyarlara gülersiniz. peki günümüzün edebiyat dalgasını göğüslemeye çalışma gösteriniz daha mı az acıklı? ama bundan kaçmayın. en iyi olanı, sadece en iyi olanı okuyun. bir mavalı, sırf okumaya başladığınız için bitirmeyin. unutmayın ki siz önce, sonra ve daima bir yazarsınız. bunların başkalarından yapılan alıntılar olduğunu unutmayın; ayrım yaparak okursanız, işe yarar parçaları ayırabilirsiniz; hakkında yazacak başka bir şeyiniz olmayacaktır.
zaman! zaman bulamıyorsanız, dünyanın da sizi dinleyecek zaman bulamayacağından emin olabilirsiniz.