şükrü erbaş
sistemin kördüğümü bir konuya en iyi nereden girilir? yüksek duvarlardan, harekete ve dokunmaya duyarlı tellerden, el iziyle geçilebilen cihazlardan, birbirini kesen uzun ve derin koridorlardan, koridorlara sıralanmış 'çok amaçlı' salonlardan, sığınaklardan, özel 'müşahade' odalarından, görüş yerlerinden, elektronik kontrol noktalarından, gardiyan odalarından ve birbiri üstüne kapanan demir kapılardan geçerek varıyoruz, tuvalet dahil 12 m2'lik odalara. yatılacak somya betona gömülü. insanın yaşama alanı bu kadar olunca, somyanın betona gömülmesi çok anlaşılır kalıyor. onlar güvenlik (?) için yapsa da bunu. hareket etse ne olacak diye düşünüyorsun, başka bir konumda odaya sığmaz ki.
küçücük bir masa, üzerinde kırmızı çiçekler; tanıtımı güzelleştirecek! hiçbir sanat yapıtında ironi, bu kadar çarpıcı ve dokunaklı olamaz. ikinci demir kapı havalandırmaya açılıyor. yan yana üç odanın üç konuğu paylaşacak. yaklaşık 50 m2. açılması için tek koşul, 'iyi' bir mahkum olmanız; idarenin sizi sevmesi; 'tredman'a olumlu yanıt vermeniz. terbiye olmuş olmanız kısaca. idarenin uygun gördüğü öteki iki arkadaşınızla, birbirinizden ve gökyüzünden başka bir şey görmeyeceğiniz bu lutfedilmiş beton parçasında, dünyayı ve varoluşunuzun hazzını canınızda duya duya yıllarca -elbette çok sağlıklı- yaşayabilirsiniz! bu biraz da hayal gücünüze ve anılarınızın zenginliğine bağlı. gerçi bu ikisi hayatı kolaylaştırdığı kadar zorlaştırır da; ama çareniz var mı? iki tarafı da keskin bıçaktasınız. yeter ki siz ya da arkadaşlarınız statüyü rahatsız edecek bir itiraz olmayın. bu tek kapınız da açılmaz olur dünyaya!
sonra, yalnız yemek yemenin nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyorsun. bu, kolunu kaldırdığında biten mekanda yıllarca. "ekmeği uzatır mısın?" diyen olmadan, "bugün çok yoruldum" diyeceğiniz kimse olmadan. bir bardak çayın eşliğinde, kederin de keyfin de kıpkırmızı tüttüğü o uzun konuşmalar geçiyor gözlerinden. yaşamın o en özel buluşma alanları da yok artık. hücrenin yalnızlığını günde üç kez insanın boğazına düğümleyecek bir yalnızlık daha. nasıl bir insan, nasıl bir hınçla düşünür bunu, kalıyorsun. yanındaki ses, "devlet -diyor- insanları iyileştirecek burada!" literatüre geçecek yeni bir hastalık türü: devlete karşı ütopyası olma hastalığı! "üçüncü, dördüncü bir işkence bu; kuşlar bile yiyeceklerini toplayıp birlikte yerken" diyecek oluyorsun, "hayır" diyor ses, "sistemin statüsü bu; bir çeşit eğitim olarak düşünün." yediği yemeğin, insanı yiyeceği bir eğitim; olağanüstü bir modernite! kendiliğinden ve çoktan eğitilmiş bu 'iyi' insan örneğini kapayıp şuraya-
bir bulantı yumağı olarak çıkıyorsun koridora. birden gözün tavanda uzayıp giden borularda, kablolarda.. her hücrenin girişinde vanalar, düğmeler.. bir anlam aramaya çalışırken devletin bekası yetişiyor: "içerde isyan ya da benzeri bir karşı koyma olduğunda ilk müdahale olarak mahkumun elektriği ve suyu kesilecek. ayrıca kapılara vurulmasını önlemek için elektrik verilecek. her şey çok ayrıntılı düşünüldü." bir ya da üç kişinin 12 m2'de çıkaracağı isyan?! anlamak için ayaklanmalar tarihini yeniden okumanın yararı olur mu? ağır demir kapılara zarar verecek çıplak eller iniyor aklına.. ve eğitime yepyeni bir yöntem katkısı! haylaz çocuklar için milli eğitim bakanlığı'na ve ailelere önerilmesinde ulusal yarar var. hapishaneyi beklemez çocuklar, terbiye olmak için..
buranın konukları belli, diyoruz, devletin bekasına: on bir bin dolayında siyasi tutuklu ve hükümlü; 'terör' suçlusu. (terör tanımına girmiyoruz; başka bir ülke var mı dünyada, bu suçlardan bu sayıda mahkumu olan, demiyoruz). bunların çok büyük bir sayısı eline su tabancası bile almamıştır. elbette devletten ayrı, devlete karşı bir ütopyaları vardır. bunun için de binlerce haklı nedenleri vardır. buraya gelmelerine neden olan da bu güzellikleridir. ütopyaları ömürleridir onların. dışardaki insan nasıl dışardan kopuk yaşayamazsa, içerdeki insan da dışardan kopuk yaşayamaz. hatta dışardakinden daha çok dışardadır. bunu sonuna dek korumak ve savunmak isteyeceklerdir. kitaplarını, dergilerini, demokratik haklarını, özsaygılarını, insan olma onurlarını isteyeceklerdir. sizin 'iyi'niz olmak istemeyeceklerdir.
dudakları, sesi, kirpikleri -belki bacakları da- titriyor, bu kendiliğinden ve çoktan eğitilmiş 'iyi' insan örneğinin. "ama tredman.. -diyor- her şey eskisi gibi olacak da devlet neden harcadı bunca parayı? olur mu hiç?" koridorların duvarlarına çarpa çarpa koyulaşıyor sesi. aranızdaki uzaklığı yeni görüyor. gözleriyle bizi hücrelere sokarak sürdürüyor inanmasını: "mektupları kesilir önce. kitapları, dergileri verilmez. kantinden istedikleri alınmaz. ailesiyle ve avukatı ile görüşmesi engellenir. ortak mekanlara zaten çıkamaz. biz bunun için kapsamlı bir eğitim programı hazırladık. avrupa standartlarını en önce bizim bakanlığımız yakaladı."
bininci koridordan sonra çıkıyorsun dışarıya. üstünde on bir bin insanın gözleri. 'statü' senin dilin değil. sen de devletin bekası olmayacaksın hiçbir zaman. ankara ne kadar uzak. şiir yazan arkadaşların neredeler? gidip bir annenin elini tutacaksın. bu ülkede, her elli kişiden birinin üniformalı olduğunu düşüneceksin birden! acı bir ürpertiyle 'hayır' sözcüğüne yeniden, yeniden sarılacaksın.
f tipi cezaevleri, küçücük bir demokratik hoşgörüsü olmayan bir cezaevi modelidir. "içeri"nin üzerinden dışarıyı tutsak alan bir korku rejiminin ilk ve son durağıdır. sosyal bir varlık olan insanı biyolojik bir varlığa indirgeyen vahşi ve faşist bir modeldir. siyasal/düşünsel her türlü muhalif yapılanmanın hücre hücre parçalanması modelidir. insanın ruhsal ve bedensel olarak çökertileceği bir yalnızlık cumhuriyetidir. bireyin devlete/sisteme karşı yapacağı her türlü itirazın, aklında ve ağzında kurutulması girişimidir. özgür düşüncenin ve hayal gücünün bağlanacağı devlet kazığıdır. ve insanın temel haklarına, varoluşuna, doğasına ve onuruna indirilmiş sürekli bir 12 eylül darbesidir.