carlos fuentes: kapitalizm varsa çürüme de vardır.
montaigne: dünyanın en yüksek tahtına da çıksak, yine kendi kıçımızla oturacağız.
hermann hesse: haz denilen şey sürüp gitmez, seni yine çöl ortasında bırakıverir.
arthur cravan: çok yakında sokaklarda sadece sanatçıları göreceğiz ve artık sıradan insan bulmakta güçlük çekeceğiz.
talat sait halman: müziği baştacı etmeyen toplumlar, yaygaraya mahkum kalır.
lucretius: tüm dinler aynı ölçüde, cahiller için görkemli, siyasetçiler için kullanışlı ve filozoflar için gülünçtür.
paulo freire: mücadele, insanların, başkalarınca mahvedilmiş olduklarını görmeleriyle başlar.
sigmund freud: bazı bilinmeyen sinir sistemi bozukluklarının histerik semptomlara yol açması durumunda olay her zaman cinsel bir şeydir. her zaman.. her zaman..
alberto moravia: herkes kendi cennetini başkalarının cehennemine koyar.
tarık buğra: iyi yetişmemiş insanların ülkesinde düzen bir bozuldu mu, mağara devri, taş devri hortluyor.
thrasymakhos: doğru olmayan doğru olandan daha iyi yaşar.
dragan babic: insan, bir mahkumun başını soktuğu bir barınak olarak kabul ettiği ve dışarıya oranla daha rahat ettiği hücresine bağlandığı gibi, neden hayata bağlanır ki?
31.10.2011
29.10.2011
dizeler
murathan mungan
her şey para tarafından çürütülürken
ne dinin yardım ediyor ne damarlarındaki asil kanda mevcut olan
insan gibi yaşayıp insan gibi ölmene
aynı dedikodu fosillerinden beslenirken
akraba loblarda
dinselliğiniz ve cinselliğiniz
ne tarih bildiğiniz gibi, ne coğrafya hemşeriniz
dikey imha yatay geçiş
zaman tüneline yetişmeye çalışırken
postunu deldirdiğiniz periferi
dünyanın merkezi sandığınız başkentleriniz
bütün çağlar kapandı
kan çekiyor dünyayı
şeytanın okyanusunda yüzüyoruz hepimiz
kazananlar tarihi haklı çıkarmaz
biliyorsun madalyalar yalan söyler
iktidarın sağ elinden
daha iyidir karanlığın sol eli
onunla yazılır şiir
gece uykusuzdur
çünkü herkes onu uyur
yoldan gelip geçenler yığını ile
kitle arasındaki farkı bilmek ve belirtmek gerek
ölmeden ya da yenilmeden önce
aşk, nefret bilgisi gerektirir en çok
para kimsenin geleceği değildir
para geçmiştir, yalnızca geçmiş
tükettikçe geçmiş olan şimdiki zaman
varmaya çalıştığımız hedeften
bizi hep geriye savuran
uğruna harcadığımız
bütün bir geçmiştir para
oy verme
seni daha baştan suçlu sayan
genel kabule
kaos bağışıklıktır çoğu zaman
çünkü yüzleşmeden aşılmaz hiçbir tarih
altyazı geçerken dilsiz coğrafya
dünyanın bütün kürdistanlarında
bazı salaş duygular yaşını büyütür insanın
bazı sorular yalnızca zihin yorar
güçlüler gider kendi gürültüleriyle
babandan yapılma toprağa
gömüleceksin
gençlik pazar payı demektir
sistemin gramerinde
o kendisini çılgın ve asi sanır
asma hayat, takma köprü, sanal kimlik
stüdyo malı yaşananlar
hayat sandığınız şeyleri izlediniz
şimdi reklamlar
hiçbir uygarlığın ışık düzeni büyük çöküşü aydınlatamıyor
dünya yeni bir gezegen olacak nerdeyse
insanlık mars'ın yüzeyinden bildirdiğini
şemdinli'den hakkari'den bildiremiyor
hayat gün günden toplu intihar
her devlet büyük kundaklama
çalışır durumda sınıf sayaçları
krizden yapılma bütün dinlerimiz
çıkış kapısına yığılmış milyarlarca insanla
herkese yabancı bir gezegen artık dünya
yok olmak ve yok etmek için sıraya giriniz
hangi insan doğası dayanır
çağın rekabet hırs kar ve başarı değerlerine adanmış nihilizmine
her şey cool sinik ironik ve steril küresine içimizi azaltarak
yamanmaya çalıştığımız yeni dünya deseninde
hayat birçok şeyi kabul etmeye razı olmamızdan ibarettir
kusursuz bir gün razı olmamak için
kusursuz bir gün başka şeylere başlamaya
kimi sevsem büyük geldi yüreğim
diyelim buldun sonunda
kendin olmanın hayalini
yeni bir başlangıca imkan kalmış mıdır
acaba, oraya vardığında
bazen ömür yetmez
bazen izin vermez yaşadığın coğrafya
yetmez seni gündeliğin
karantinasından çıkarmaya
geçici körlüğe yol açmayan aşk
kalındır bazı aşkların sisi
yolunu saklar yolcusundan
bazılarının kaderidir
karıncanın bilgeliği
öldükten sonrasını yaşamak
ölmeden önce
şairlerin arasına karışan kısıtlanmışlardan korkulur
üç boyutta delemedikleri şiirin hıncını dünyadan alırlar
her şiir var olduğu dile aittir
çeviri odasıysa platon'un mağarasına benzer
yalnızca bir kez girilir
eksiksiz kavrayış anında şiir sahibine gülümser
susmaktan yapılmıştır bazı anlar
yüksek sesle okunduğunda dağılırlar
olanaksızlıkta söylemektir şiir
gün günden olanaksızlıkta
önceden kaybetmiş olmakla
yeniden kaybetmiş olmak
arasında
şiirin işi olanaksızlıktır
yahut kendi zıddına inanmak tekrar
yalın bir hassasiyete sahip yasalarda işler
adalet ve asalet isyanın ilk öğretmenleri
sularının kaynağı öfkeden önce iner
yaslanmadan küfrün çürük kolaylığına
öğrenir başkaldırmanın gramerini
delinmiş dağ, geçilmiş deniz, aşılmış uçurum
hayatta kalmak ne ki
sonuna dek direnmedikten sonra
deniz kokulu taşlar döşenmişti yollara
ben bile bilmiyordum nerde ayrıldık
söndür küllenmiş sözcüklerini geçmiş zaman
sararan firezleri geç
yorumu gökyüzüne bırakılmış uçurtmalı tepeleri
uzun bir yol için aldığın ne varsa bırak ardında
saklayabilseydim dalgın bakışlarımı böyle zamanlar için
saçlarını taradığım sular, rüzgar ve karanlık
bak adın yazılı yeşim taşından örülü duvarda
bazı sözler karanlıkta söylenir
bazı sözler hiçbir zaman
neden anlamıyorsun sevgilim
benim çocuk yüreğim aşkta cesur ayrılıkta korkak
yaz geçer yine gelir
yaz geçer iyi gelir sözcükler
yaz başıydı gittiğinde. ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim. çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum. çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
hayalet gemileri geçerdi
uykularımızın içinden
uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz
birbirimizin güneşine baktıkça
en yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık
çünkü aşıktık, kararlıydık, haklıydık
bir denize kaç dalga sığarsa
bir aşk birçok aşktan yapılıyor
ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde
çarşafını değiştir denizin sevgilim
tropikal yaprakların, ayın
yüzüne düşen perçemlerini kaldır
hafızandan bütün lekeleri sil
alışmak çürütür gövdenin derinliğini
avcumda tenimin taç yaprakları
kalbimde kalabalık yeminler
vahşiyim, vahşiyiz
bu defne günlerinde
yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
sevişmek için değil
yaşamak içindir çıplaklığın önemi
zamanı bizden ayrı parlayan bir şeydi
kanımda kımıldayan tutku
gecenin sözleşmesindeki mürekkep
derin bir ayindi
sen gittin
buluştuğumuz körfezler şimdi başka denizlerin çekiminde
sen gittin
ama doksan dokuz adın kaldı kalbimde
elim çoktan düşmüş kalbimin üzerinden
gözlerim yabancı hatırladıklarına
üzeri tırnak izleriyle kaplı bakır çanın
dağıtacağı hiçbir sis kalmamış oysa
ne burada ne hayatımda
dibi görünen bir sarnıcın çiğ kuraklığıyla
bakıyor gözlerim anlamından çıplak kalmış dünyaya
neden dönüşler loş zamanlara saklanır
neden kimse yola çıktığı gibi dönmez geriye
yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı, değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? "eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00 diye yazmıştın ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
kimsenin kendinden başkası olamadığı
o derin yalnızlık
el yazısı çocukluğudur insanın
bir aşk birçok aşktan yapılıyor
ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde
solgun yollardan geçtim, bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarla bayındır kentler gibiyim
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzun uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim
dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren
ayların en zaliminde doğmuşum
okuma yazma öğreniyorum yıllardır
başka çağlardan kiraladığım odalarda
çalışıyorum geleceğe
ve şimdiki takvimin duvarındayım
zamansız pencerede
etimden uçurduğum uçurum
meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum
bir hafızken eskiden
mecnun kaldım şimdi
aşktan, senden, kendimden
n'olur sevmeden öldürme beni
alacânım
söyle, indi mi göğsüne heves
doğru okunmuşsa kitaplar -bir hayat, 'çok kişi' yaşanmışsa
artık her çelişkide bir dram güzelliği, bir ağıttan silkinen tragedya inceliği
bir yanımda o yaman geyik -ormansız gezdiremediğim-
sonra mürekkep karanlığı -yazarken yalnızlığım-
tenimde buram buram sahtiyan -arta kalan avlardan, avcılardan
ve kaşımın tetiğinde titreşip duran nişan
yani ki eksik babalardır bazı çocukların bütün eşcinselliği
ay battı batacak, deniz uykusuz
harmaniyemin etekleri dalga beyazı
aldırma be sevdiğim
her hasrette vardır elbet yarım kalmış bir yaz fırtınası
çünkü hiçtir bütün duygular
korkunun verimi yanında
yedi rekat günah kıldım bedenimde
dizlerinde yedi zikir secdeye vardım
ihmalin uzak meleğine teninde aldandım
yapayalnızdım kendi kalabalığım içinde
tarih kadar yalnız
aşka aşina, acıya unutkandım
bazı sözler karanlıkta söylenir
bazı sözler hiçbir zaman
kil ve dilden yapılıyor bütün putlar
kötülük her çağda din değiştiriyor
güncelin argosu tutsak alıyor herkesi
silahlar ve bankalar konuşuyor gün ortasında
tedirgin ruhlardır
başkalarının zamanlarını değiştiren
kendi bedenleriyle
güzelliğin ön şartı kayıtsızlıktır
kalıntıları ne kadar ipucuysa bir antik kentin
o kadar biliyoruz nedenlerini ve sonuçlarını
ayrılınca adını aşk koyduğumuz o şeyin
masumlar ne anlatır yüzlerinde
cennet, neyi yitirdikten sonra aramaya başladığımız şeydir
içimizdeki boşluktan başka nedir ki ölüm
bu boşlukla nereye gidilebilir
ne kadar sevsek o kadarız
sözlerini giyinmediğimiz şehirler bizi almazken
surların uyruğuyuz hepimiz
susuzluğa dayanıklı sesimizde
hülyalı adamların mırıldandığı
çöl şarkıları, su yorumları, bozulmamış yeminler
bütün zamanlarda birden yaşayanlar bilir
zaman geçirgendir
büyük rüyalar uzun sürer
büyük umutsuzlardır dünyayı değiştirecek olan
bazı erkekler meçhuldür daha yaşarken
ötekilerden
adımları yollarınızdan eksilir
kıyamazsınız köprülerine
konuları dağınık suçlar
mümkünsüz tariflere çıkar
yol soramazsınız hiçbirine
avuçları sızılı tütün ve kehribar gizi
gözlerinde dalgın uzaklıklar
hangi insan sonuna dek şair kalabilir ki
babası cüce olanlar
gün gelir başkasının yoluna duran dev olurlar
ortalamanın iktidarı her şeyi böylesine kirleten, sevgilim
budala çoğunluğun öldürücü hakları
tarihin yatay eğrisi
sığda sertleşmenin çelik suları
ortalamanın iktidarı bizi böylesine öldüren, sevgilim
insanlar ya ölürler ya terk ederler bizi
yalnızlık
yalnızca yalnızlık çizer kaderimizi
aşk da bir çeşit intikam, insan bunu da öğreniyor öldürüldükçe
ette dönen bıçak, şiirde akan kan
kalpte büyük zaman durmadıkça
bir tek gece vardır insanın hayatında
ömür boyu sürer nöbeti
çöl doğrudandır. insanın teniyle doğrudan ilişki kurar. çöle bakmayı bilmek gerek. çöle boş bakanlar, çölün boşluğundaki yoğunluğu göremezler. kendini durgunluğuyla saklayan güzelliği çölün, ağır ağır kıpırdar. çöl kendi ölümsüzlüğüyle ölümü yumuşatır. ölüm çölde gençliğini hatırlar. bu yüzden her şey sonunda çölleşir.
izin vermiyor içimdeki eşik
onca yol tarif ettim, şimdi bilmiyorum
araf mı dumrul mu geçemediğim
yürüyüp geçsem içim duracak sanki
dursam, kederimden öleceğim
kağıttan önce içinde acır insanın
beklemiş şiir
kafes örgüsünün dilimlediği dilde
sözcükler gafil niyetler galat
ne söylesen eksiktir
ilk hecenin bulunuşundan beri
dil fezada tek başına
payına düşen
nereye kadar
gidebildiğindir
onunla
kalbe yakın şiirlerin uzak görüşlü
okurlarını yeğlerim ben
pirinç ayıklamasını bilenleri
soğanı zarından soyabilen
anlamı kemiğinden ayırabilenleri
taşa, ağaca, kuşa, çiçeğe bir görümde
ad verebilenleri
diğerleri, sadece diğerleridir
gelir geçerler bir göz değimi
iyi ol, sağ ol, uzak ol
ama bir daha görme beni
the secret life of chaos
nic stacey
bu, çok basit bir soruya yönelik bir filmdir: buraya nasıl geldik?
insanları meydana getiren element ve bileşikler, inanılmaz biçimde, neredeyse utandıracak kadar yaygındır. insan vücudunun %99'u hava, su, kömür ve kireç karışımıdır. çok az da demir, çinko, fosfor ve sülfür gibi egzotik elementlerin izleriyle birlikte. aslında insan vücudunun çoğunu oluşturan elementlerin sadece birkaç pound tuttuğunu söyleyebiliriz. fakat bir şekilde, trilyonlarca sıradan atom mucizevi biçimde anlaşarak, kendilerini, düşünen, nefes alan, yaşayan insanlara dönüştürürler. bu basit yapıtaşlarının bir araya gelmesi mucizesinin nasıl olduğu sorusu hakikaten de sorabileceğimiz en kafa karıştırıcı sorudur. bu sorunun cevabının bilimin haddini aştığını düşünebilirsiniz. fakat bu değişiyor.
o, hem büyük bir bilim insanı hem de trajik bir kahramandı. 1912'de londra'da doğdu. adı, alan turing'di. alan turing olağanüstü bir adam ve şimdiye dek yaşamış en büyük matematikçilerden biriydi. modern bilgisayarı ortaya çıkaran pek çok temel fikri keşfetti. ayrıca, 2. dünya savaşı sırasında, alman askeri kodlarını kırmak için kurulan "x istasyonu" adlı gizli bir devlet projesinde çalıştı. fakat şifre kırıcılığı, turing'in dehasının sadece bir yönünü oluşturuyordu.
turing'in esrarengiz yeteneğinin bir parçası, geri kalanımızın hepsinden saklı olan örüntüleri görebilmesiydi. doğal dünya turing için nihai kodlarını sunuyordu. turing, nevi şahsına münhasır bir insandı. basit matematiksel denklemlerin, biyolojik dünyanın çehresini açıklama ihtimalinin bulunduğunu fark etmişti. ve bunu daha önce hiç kimse düşünmemişti.
süreç, "morfogenez" olarak bilinir ve çok kafa karıştırıcıdır. başlangıçta, embriyodaki her hücre aynıdır. sonra, hücreler bir araya gelmeye ve ayrıca diğerlerinden farklı olmaya başlarlar. herhangi bir düşünce veya merkezi eşgüdümleme yokken bu nasıl cereyan edebilir? aynı başlayan hücreler, bazıları gözün parçası olmayı bilirken diğerleri "deri ol" demeyi nereden bilirler? morfogenez, "öz-örgütlenme" denen şeye dikkat çekici bir örnektir. ve turing öncesinde, nasıl işlediği hakkında hiç kimsenin hiçbir fikri yoktu.
morfogenez üzerine kırılma yaratan raporundan az sonra, korkunç ve bütünüyle kaçınılmaz bir trajedi hayatını mahvetti. turing eşcinseldi. morfogenez raporunu yayınladığı yıl, arnold murray isimli bir adamla kısa bir ilişkisi oldu. ilişki iyi gitmedi ve murray turing'in evinde hırsızlığa karıştı. fakat turing bunu polise bildirdiğinde, murray'ın yanında onu da tutukladılar. mahkemede iddia makamı, turing'in üniversiteli eğitimiyle murray'ı sapıklığa yönlendirdiğini savundu. ağır ahlaksızlıktan hüküm giydi. sonra mahkeme hakimi, turing'e korkunç bir seçenek önerdi. ya hapishaneye gider ya da eşcinselliğini iyileştirmek için kadınlık hormonu enjeksiyonu uygulamasını kabul ederdi. ikincisini seçti ve bunun anlamı depresyonlar anaforuna gönderilmekti. 7 haziran 1954'te turing'in cesedi temizlikçisi tarafından bulundu. bir gün önce siyanürle zehirlediği elmadan bir ısırıkla kendi hayatına son vermişti. alan turing öldüğünde sadece 41 yaşındaydı. bilimin kaybı hesapsızdır.
kaos, dilde yerli yersiz en çok kullanılan kelimelerden birisidir; fakat bilimde çok belirli bir anlamı vardır. bilim der ki: "matematiksel denklemlerle tamamı tarif edilmiş bir sistem, herhangi bir dış müdahale olmaksızın, 'öngörülemez olmak'tan daha fazlasına muktedirdir. kaos, içinde hiç tesadüfi bir şey olmayan, çok ama çok basit, hakkında her şeyi bildiğimiz, tamamen determinist denklem kuralları, tümüyle tahmin edilemez çıktılara sahip olabilir."
kaos, bilimde hiç mi hiç hoş karşılanmayan keşiflerden birisidir. bilim camiasını bununla yüzleşmeye zorlayan adam edward lorenz adındaki bir amerikalı meteorologdur. 1960'ların başlarında, hava tahmini yapmasına yardım edebilecek matematiksel denklemler bulmaya uğraştı. fakat yanılmıştı. lorenz, mevcut hava hareketlerini tanımlamak için basit görünen matematiksel denklemleri yazdığında, denklemler kendilerinden bekleneni yapmadılar. esasında, belirli şartlar altında, dişlilerin başlama noktasındaki en küçük pozisyon farkı, ölçülemeyecek kadar küçük bir fark, kolun her bir dönüşünde giderek büyüyebilir. süreçteki her bir adımla, sistem gidiyor olduğunu düşündüğünüz yerden giderek daha fazla uzaklaşacaktır. lorenz etkileyici bir demecindeki şu radikal fikrini hep korudu: "bir kelebeğin brezilya'da bir kanat çırpışı, teksas'ta bir kasırgayı tetikler mi?" kudretli ve unutulmaz bir imajdı ve birkaç ay içinde dilimize yeni bir terim girdi: "kelebek etkisi". ve kelebek etkisi, bütün kaotik sistemlerin ayırıcı damgası, her yerde dönüşüm başlattı.
yüzyılların bilimsel katılığı birkaç yıl içinde çözüldü. saat gibi işleyen evren gerçeği yalnızca bir ilüzyona dönüştü. çünkü kaos her yerdedir. görünen o ki, öngörülemezlik içinde yaşadığımız dünyayla her yönden sıkıca bağlıdır. küresel iklim birkaç yıl içinde dramatik biçimde değişebilir. borsa ansızın çökebilir. bir gecede gezegen yüzeyinden silinebiliriz ve hiç kimsenin bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktur.
bilim insanları, doğal dünyanın; derin, temelden öngörülemez olabileceğini keşfettiler. fakat, onu öngörülemez yapan aynı nedenler, onun ayrıca örüntü ve yapılar yaratmasına imkan veriyordu. düzen ve kaos. görünen o ki, bu ikisi şimdiye kadar tasavvur edebildiğimizden çok daha derinden bağlantılı.
benoit mandelbrot sıradan bir insan değildi. alan turing gibi, mandelbrot'un da doğanın gizli örüntülerini görmekte doğuştan kabiliyeti vardı. geri kalanımızın anarşi gördüğü yerde o kurallar görebilirdi. herkesin sadece biçimsiz bir yığın gördüğü yerde o, şekil ve yapıları görebiliyordu. mandelbrot'un ömür boyu arayışı, gerçek dünyanın kaba ve düzensiz şekillerine basit bir matematiksel temel bulmaktı.
mandelbrot, doğadaki bütün değişik şekilleri tanımlayan benzersiz bir şey olup olmadığını sordu. bulutların kabarık yüzeyleri, ağaçların dalları, nehirlerin kolları, girintili çıkıntılı kıyı hatları, ortak matematiksel bir özellik taşıyor mu? evet, taşıyor. doğal dünyanın neredeyse tüm şekillerinin altında yatan, "öz-benzerlik" olarak bilinen matematiksel bir ilkedir. bu, giderek daha küçük ölçeğine indikçe, aynı şeklin hep kendi kendini tekrarladığı her şeyi tarif eder. güzel örneklerden biri ağaçların dallarıdır. küçük ölçeklere gidildikçe bu basit süreci tekrarlamak suretiyle hep çatallanırlar. aynı dallanma prensibi akciğerlerimizin yapısında, bütün vücudumuza dağılan damar yollarımızda vardır. bu, nehirler daha küçük akarsulara nasıl bölünür, onu bile açıklar. ve doğa, her türlü şekli bu yolla tekrar edebilir.
mandelbrot öz-benzerliğin tamamen yeni bir tür geometrinin temelini oluşturduğunu fark etti. ona bir isim bile verdi: "fraktal". mandelbrot kümesi. "tanrı'nın baş parmak izi" olarak adlandırılıyor. tıpkı ağaç veya brokoli gibi resmi daha yakından etüt ettikçe daha fazla ayrıntı görüyorsunuz. kümenin içindeki her şekil sonsuz sayıda daha küçük şekiller içerir. mandelbrot'un bebeği sonsuza dek devam eder. yine de tüm bu karmaşıklık sadece tek bir basit denklemden kaynaklanmaktadır: z=z^2+c. bu denklemin çok önemli bir özelliği vardır: kendini geri-besler. bir video döngüsü gibi, her çıktı, bir sonraki için girdidir. bu geri besleme, olağanüstü basit bir matematiksel denklemin sonsuz karmaşıklığın resmini üretebileceği anlamına gelir.
doğal dünya hakikaten de büyük, çiçekli ve uğultulu bir karmaşadır. garip şekiller ve lekelerin bir karmaşası. karmaşık sistemler, basit kurallar üzerinde yükselebilirler. büyük ifşaat işte budur. ve bu, hayranlık uyandırıcı bir fikirdir. evrenin tüm karmaşıklığı, bütün o sonsuz zenginlik, sürekli tekrar eden, akılsız, basit kurallardan çıkar. bu süreç güçlü olduğu kadar özünde öngörülemezdir de.
bu fikir hakkında insanları rahatsız eden şeylerden biri, kendiliğinden model oluşumuyla, şu ya da bu şekilde bir yaratıcının zorunlu olmamasıdır. tasarım, aktif müdahaleci bir tasarımcıyı zorunlu kılmaz. dizayn zaten evrenin kendisinin ayrılmaz bir parçasıdır. fakat belki gerçekten zeki bir tasarımcının yapacağı şey; evrene dev bir simülasyon tarzında muamele etmek, başlangıç koşulunu kurup bütün her şeyin tüm harikaları ve güzellikleriyle kendiliğinden olmasına izin vermektir.
george orwell: özgürlük, iki kere ikinin dört olduğunu söyleyebilmekle başlar.
bu, çok basit bir soruya yönelik bir filmdir: buraya nasıl geldik?
insanları meydana getiren element ve bileşikler, inanılmaz biçimde, neredeyse utandıracak kadar yaygındır. insan vücudunun %99'u hava, su, kömür ve kireç karışımıdır. çok az da demir, çinko, fosfor ve sülfür gibi egzotik elementlerin izleriyle birlikte. aslında insan vücudunun çoğunu oluşturan elementlerin sadece birkaç pound tuttuğunu söyleyebiliriz. fakat bir şekilde, trilyonlarca sıradan atom mucizevi biçimde anlaşarak, kendilerini, düşünen, nefes alan, yaşayan insanlara dönüştürürler. bu basit yapıtaşlarının bir araya gelmesi mucizesinin nasıl olduğu sorusu hakikaten de sorabileceğimiz en kafa karıştırıcı sorudur. bu sorunun cevabının bilimin haddini aştığını düşünebilirsiniz. fakat bu değişiyor.
o, hem büyük bir bilim insanı hem de trajik bir kahramandı. 1912'de londra'da doğdu. adı, alan turing'di. alan turing olağanüstü bir adam ve şimdiye dek yaşamış en büyük matematikçilerden biriydi. modern bilgisayarı ortaya çıkaran pek çok temel fikri keşfetti. ayrıca, 2. dünya savaşı sırasında, alman askeri kodlarını kırmak için kurulan "x istasyonu" adlı gizli bir devlet projesinde çalıştı. fakat şifre kırıcılığı, turing'in dehasının sadece bir yönünü oluşturuyordu.
turing'in esrarengiz yeteneğinin bir parçası, geri kalanımızın hepsinden saklı olan örüntüleri görebilmesiydi. doğal dünya turing için nihai kodlarını sunuyordu. turing, nevi şahsına münhasır bir insandı. basit matematiksel denklemlerin, biyolojik dünyanın çehresini açıklama ihtimalinin bulunduğunu fark etmişti. ve bunu daha önce hiç kimse düşünmemişti.
süreç, "morfogenez" olarak bilinir ve çok kafa karıştırıcıdır. başlangıçta, embriyodaki her hücre aynıdır. sonra, hücreler bir araya gelmeye ve ayrıca diğerlerinden farklı olmaya başlarlar. herhangi bir düşünce veya merkezi eşgüdümleme yokken bu nasıl cereyan edebilir? aynı başlayan hücreler, bazıları gözün parçası olmayı bilirken diğerleri "deri ol" demeyi nereden bilirler? morfogenez, "öz-örgütlenme" denen şeye dikkat çekici bir örnektir. ve turing öncesinde, nasıl işlediği hakkında hiç kimsenin hiçbir fikri yoktu.
morfogenez üzerine kırılma yaratan raporundan az sonra, korkunç ve bütünüyle kaçınılmaz bir trajedi hayatını mahvetti. turing eşcinseldi. morfogenez raporunu yayınladığı yıl, arnold murray isimli bir adamla kısa bir ilişkisi oldu. ilişki iyi gitmedi ve murray turing'in evinde hırsızlığa karıştı. fakat turing bunu polise bildirdiğinde, murray'ın yanında onu da tutukladılar. mahkemede iddia makamı, turing'in üniversiteli eğitimiyle murray'ı sapıklığa yönlendirdiğini savundu. ağır ahlaksızlıktan hüküm giydi. sonra mahkeme hakimi, turing'e korkunç bir seçenek önerdi. ya hapishaneye gider ya da eşcinselliğini iyileştirmek için kadınlık hormonu enjeksiyonu uygulamasını kabul ederdi. ikincisini seçti ve bunun anlamı depresyonlar anaforuna gönderilmekti. 7 haziran 1954'te turing'in cesedi temizlikçisi tarafından bulundu. bir gün önce siyanürle zehirlediği elmadan bir ısırıkla kendi hayatına son vermişti. alan turing öldüğünde sadece 41 yaşındaydı. bilimin kaybı hesapsızdır.
kaos, dilde yerli yersiz en çok kullanılan kelimelerden birisidir; fakat bilimde çok belirli bir anlamı vardır. bilim der ki: "matematiksel denklemlerle tamamı tarif edilmiş bir sistem, herhangi bir dış müdahale olmaksızın, 'öngörülemez olmak'tan daha fazlasına muktedirdir. kaos, içinde hiç tesadüfi bir şey olmayan, çok ama çok basit, hakkında her şeyi bildiğimiz, tamamen determinist denklem kuralları, tümüyle tahmin edilemez çıktılara sahip olabilir."
kaos, bilimde hiç mi hiç hoş karşılanmayan keşiflerden birisidir. bilim camiasını bununla yüzleşmeye zorlayan adam edward lorenz adındaki bir amerikalı meteorologdur. 1960'ların başlarında, hava tahmini yapmasına yardım edebilecek matematiksel denklemler bulmaya uğraştı. fakat yanılmıştı. lorenz, mevcut hava hareketlerini tanımlamak için basit görünen matematiksel denklemleri yazdığında, denklemler kendilerinden bekleneni yapmadılar. esasında, belirli şartlar altında, dişlilerin başlama noktasındaki en küçük pozisyon farkı, ölçülemeyecek kadar küçük bir fark, kolun her bir dönüşünde giderek büyüyebilir. süreçteki her bir adımla, sistem gidiyor olduğunu düşündüğünüz yerden giderek daha fazla uzaklaşacaktır. lorenz etkileyici bir demecindeki şu radikal fikrini hep korudu: "bir kelebeğin brezilya'da bir kanat çırpışı, teksas'ta bir kasırgayı tetikler mi?" kudretli ve unutulmaz bir imajdı ve birkaç ay içinde dilimize yeni bir terim girdi: "kelebek etkisi". ve kelebek etkisi, bütün kaotik sistemlerin ayırıcı damgası, her yerde dönüşüm başlattı.
yüzyılların bilimsel katılığı birkaç yıl içinde çözüldü. saat gibi işleyen evren gerçeği yalnızca bir ilüzyona dönüştü. çünkü kaos her yerdedir. görünen o ki, öngörülemezlik içinde yaşadığımız dünyayla her yönden sıkıca bağlıdır. küresel iklim birkaç yıl içinde dramatik biçimde değişebilir. borsa ansızın çökebilir. bir gecede gezegen yüzeyinden silinebiliriz ve hiç kimsenin bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktur.
bilim insanları, doğal dünyanın; derin, temelden öngörülemez olabileceğini keşfettiler. fakat, onu öngörülemez yapan aynı nedenler, onun ayrıca örüntü ve yapılar yaratmasına imkan veriyordu. düzen ve kaos. görünen o ki, bu ikisi şimdiye kadar tasavvur edebildiğimizden çok daha derinden bağlantılı.
benoit mandelbrot sıradan bir insan değildi. alan turing gibi, mandelbrot'un da doğanın gizli örüntülerini görmekte doğuştan kabiliyeti vardı. geri kalanımızın anarşi gördüğü yerde o kurallar görebilirdi. herkesin sadece biçimsiz bir yığın gördüğü yerde o, şekil ve yapıları görebiliyordu. mandelbrot'un ömür boyu arayışı, gerçek dünyanın kaba ve düzensiz şekillerine basit bir matematiksel temel bulmaktı.
mandelbrot, doğadaki bütün değişik şekilleri tanımlayan benzersiz bir şey olup olmadığını sordu. bulutların kabarık yüzeyleri, ağaçların dalları, nehirlerin kolları, girintili çıkıntılı kıyı hatları, ortak matematiksel bir özellik taşıyor mu? evet, taşıyor. doğal dünyanın neredeyse tüm şekillerinin altında yatan, "öz-benzerlik" olarak bilinen matematiksel bir ilkedir. bu, giderek daha küçük ölçeğine indikçe, aynı şeklin hep kendi kendini tekrarladığı her şeyi tarif eder. güzel örneklerden biri ağaçların dallarıdır. küçük ölçeklere gidildikçe bu basit süreci tekrarlamak suretiyle hep çatallanırlar. aynı dallanma prensibi akciğerlerimizin yapısında, bütün vücudumuza dağılan damar yollarımızda vardır. bu, nehirler daha küçük akarsulara nasıl bölünür, onu bile açıklar. ve doğa, her türlü şekli bu yolla tekrar edebilir.
mandelbrot öz-benzerliğin tamamen yeni bir tür geometrinin temelini oluşturduğunu fark etti. ona bir isim bile verdi: "fraktal". mandelbrot kümesi. "tanrı'nın baş parmak izi" olarak adlandırılıyor. tıpkı ağaç veya brokoli gibi resmi daha yakından etüt ettikçe daha fazla ayrıntı görüyorsunuz. kümenin içindeki her şekil sonsuz sayıda daha küçük şekiller içerir. mandelbrot'un bebeği sonsuza dek devam eder. yine de tüm bu karmaşıklık sadece tek bir basit denklemden kaynaklanmaktadır: z=z^2+c. bu denklemin çok önemli bir özelliği vardır: kendini geri-besler. bir video döngüsü gibi, her çıktı, bir sonraki için girdidir. bu geri besleme, olağanüstü basit bir matematiksel denklemin sonsuz karmaşıklığın resmini üretebileceği anlamına gelir.
doğal dünya hakikaten de büyük, çiçekli ve uğultulu bir karmaşadır. garip şekiller ve lekelerin bir karmaşası. karmaşık sistemler, basit kurallar üzerinde yükselebilirler. büyük ifşaat işte budur. ve bu, hayranlık uyandırıcı bir fikirdir. evrenin tüm karmaşıklığı, bütün o sonsuz zenginlik, sürekli tekrar eden, akılsız, basit kurallardan çıkar. bu süreç güçlü olduğu kadar özünde öngörülemezdir de.
bu fikir hakkında insanları rahatsız eden şeylerden biri, kendiliğinden model oluşumuyla, şu ya da bu şekilde bir yaratıcının zorunlu olmamasıdır. tasarım, aktif müdahaleci bir tasarımcıyı zorunlu kılmaz. dizayn zaten evrenin kendisinin ayrılmaz bir parçasıdır. fakat belki gerçekten zeki bir tasarımcının yapacağı şey; evrene dev bir simülasyon tarzında muamele etmek, başlangıç koşulunu kurup bütün her şeyin tüm harikaları ve güzellikleriyle kendiliğinden olmasına izin vermektir.
george orwell: özgürlük, iki kere ikinin dört olduğunu söyleyebilmekle başlar.
Kategori:
.altyazı,
'film,
#bilim,
alan turing,
benoit mandelbrot,
edward lorenz,
george orwell,
nic stacey
28.10.2011
bakmak aşktır
ilhan berk
kal böyle aşkım, kal böyle
ve yalnız
bana bak
bakmak aşktır
"soyundum işte sana yol olsun diye
böyle çırılçıplak böyle et ete
bırak gezinsin üstünde soluğum
saydamdır aşk, o naif şeytan
gözlerin, çıplak memelerin, dudakların
böyle işte böyle gel gir yatağıma
ve öp sonra da
durmadan bir daha, bir daha öp beni
böyle uzun bir yolculuk ister aşk
ve çek sonra da, daha bir kendine beni
çek ki
bileyim benim olduğunu
böyle işte böyle kasık kasığa
denge
jodi picoult
tanrı bir kapıyı kapattığı zaman bunu sadece başka bir pencere açtığı için yapar.
denge, sisten ve aynalardan başka bir şey değildir. yumruğunuzu bile sıkamadan bir yumruk yiyebilirsiniz.
mimarla doktorun hatasını toprak örter. avukat hata yaparsa ne yapar, biliyor musun? kabahati ya mimara atar ya da doktora.
hayatın kıpırdanan kelebek heyecanını bugüne kadar içimde yaşamadım. henüz yaşamadım. ama umuda benzediğinden eminim. bir kez hissettiğiniz zaman yokluğunu da anlarsınız.
dilekle dua arasındaki tek fark, birincisinde evrenin insafına kalmanız, ikincisinde biraz yardım almanızdır.
inançlar, hayallerimize ulaşmak için seçtiğimiz yollardır. bir şeyi yapabileceğine -ya da yapamayacağına- inanırsan her deneyiminde bunun doğruluğunu göreceksin.
kaygı, sallanan koltuk gibidir. sana yapacak bir şey sağlar ama ilerleme kaydetmeni sağlamaz.
aşk hiçbir zaman kolay değildir ama ancak eşcinsel çiftler için engelli parkur gibidir.
bu çoğu insana tuhaf görünebilir ama biri size çekici geldiği zaman bunun nedeni genellikle detaylardır. iyilikleridir. gözleridir. gülüşleridir. en çok ihtiyacınız olduğu zaman sizi güldürebilmeleridir.
güvence göreli bir kavram. kıyıya onu ayağınızın altında hissedecek kadar yaklaşabilir, sonra bir anda kayaların arasında paramparça olabilirsiniz.
tanrı bir kapıyı kapattığı zaman bunu sadece başka bir pencere açtığı için yapar.
denge, sisten ve aynalardan başka bir şey değildir. yumruğunuzu bile sıkamadan bir yumruk yiyebilirsiniz.
mimarla doktorun hatasını toprak örter. avukat hata yaparsa ne yapar, biliyor musun? kabahati ya mimara atar ya da doktora.
hayatın kıpırdanan kelebek heyecanını bugüne kadar içimde yaşamadım. henüz yaşamadım. ama umuda benzediğinden eminim. bir kez hissettiğiniz zaman yokluğunu da anlarsınız.
dilekle dua arasındaki tek fark, birincisinde evrenin insafına kalmanız, ikincisinde biraz yardım almanızdır.
inançlar, hayallerimize ulaşmak için seçtiğimiz yollardır. bir şeyi yapabileceğine -ya da yapamayacağına- inanırsan her deneyiminde bunun doğruluğunu göreceksin.
kaygı, sallanan koltuk gibidir. sana yapacak bir şey sağlar ama ilerleme kaydetmeni sağlamaz.
aşk hiçbir zaman kolay değildir ama ancak eşcinsel çiftler için engelli parkur gibidir.
bu çoğu insana tuhaf görünebilir ama biri size çekici geldiği zaman bunun nedeni genellikle detaylardır. iyilikleridir. gözleridir. gülüşleridir. en çok ihtiyacınız olduğu zaman sizi güldürebilmeleridir.
güvence göreli bir kavram. kıyıya onu ayağınızın altında hissedecek kadar yaklaşabilir, sonra bir anda kayaların arasında paramparça olabilirsiniz.
24.10.2011
yerçekimli karanfil
edip cansever
iğreti bir yaşayış içinde adam
duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
artık ölüm insanlardan olmuyor
aşkı duydum mu bir başıma kalıyorum
insandaki sevgiliyi eskitiyor bu çiçekler
sizi görmüyor muyum dikkat! trenlere çikolata yediriyorum
bunu her zaman yapıyorum akılla oynamak yani
öyle trenler var ki, insanı şımartıyor
çıkıp kuruluyorum pencere yanına gel keyfim gel
gidip duruyorum böylece, adımı bileceksiniz, çok ülkeli adam
üstelik daha kalkma saati gelmeden trenlerin
bir aptalın yalnızlığını seçin, çiçekler sulamakla olsun bu
bir menekşe duyuyorum ellerimsiz
o kadar güzel ki, amerika bile güzel
hep birden
hep birden bir şey oluyoruz işte
sana her zaman söylüyorum senin yüzünde gülmek var
bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa
bir çiçek geliyorsun yer altı çevresinden
bir kartal gidiyorsun çıplağın ayaklarla
en saklı yerlerinden güzelliğin çıkıyor
ansızın doğan hayvanlar gibi güzel
bakınca bir şiir canlıyorum dünyaya
aşk iyidir bak
duyumunu artırır insanın
hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
alıp vereceğin olacak ille
aşk maşk buz gibi yaşayacaksın
diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk
siz küçük adıyla mı çağırırsınız sessizliği
armut ağacı! iyi sabahlar!
uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim
iyi ama, niye sevmeli her önüne geleni
herkesin, herkese, herkesi
daha dün yepyeni bir son koydumdu şiire
aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi
ama iyi yaptım, öyle mi değil mi
hepsi de beni buluyorlar, hepsi de bir yağmur uysallığında
ya da kendiyle bırakılması insanın
sizi
sizleri selamlıyor işte
aşk, o benim en güzel hayvanımdır
biriyim, cesurum, var mısın ellerime
bir başka sabaha kadar içelim
bir kişi bile değilim yalnızlıktan
çizeriz yeryüzünü kaygısız ayaklarla
yüzümüzdür bir yağmur ağırlığınca düşer
sonra pek anlamadan içkiler ne çabuk biter
ne kadar konuşursak o kadar bir sessizlik olur
adımızı sorarız birine, o bize adını söyler
sanki biz her cinsel olayda biraz gemici
bir gidip bir geldiğimiz o hayal illerinde
ah yaşasam diyorum, o günü bir daha yaşasam
ve hüzün.. isterik bir kadın gibi üstüne çekse beni
"size ben öğreteceğim dünyanın gizlerini!"
ve umutlar sonsuzdur. çünkü en büyük yaslar
en büyük ölümlerden sonra tutulur
birdenbire yapayalnızsanız her yerde
ve bundan korkuyorsanız
en küçük şeylerden bile
örneğin birine saati sorsanız
karşıdan karşıya geçseniz bir caddede
sesinizi alçaltıp dikkatle bakaraktan çevrenize
biriyle bir şeyler konuşsanız
ve her gün kitaplar, dergiler alsanız
postacı her gün mektup getirse
sözgelimi bir resmi dairede
fazlaca oyalansanız
şöyle bir iki otobüs kaçırsanız üst üste, neden olmasın
kaldı ki, hiçbir şey yapmasanız bile
tuhaftır
sanki herkes kuşkuyla bakacaktır yüzünüze.
giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
bir yankı: durmadan yalnızsınız
durmadan yalnızsınız.
yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
doğrusu en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
içimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar
bir yarasa ayaklanır. aç gözlü bir kuş
varır kocaman bir şey olmanın bilincine
bir özgürlük de değil bu, daha çok
bir özgürlük duygusu belki
bence bu duygunun bir karşılığı olmalı
tanrıya inandıkça tanrının olması gibi
kopunca kendimizden. ve her şeyden biraz kopunca
bir güç olduğunu sanırız yalnızlığın
hatta bir bakıma övünürüz de onunla
hep aynı çıkmazlara düşmek de var sonunda
bak işte, en soylu isteklerle odama geliyorsun
ve düşün, insanlığının en alımlı katında
her şey bu kadar doğal, her şey bu kadar güzelken
sorarım, neden böyle yabancı kalıyorum sana
bak lusin, çünkü ben sevmiyorum kadınları
bu tuhaf alışkanlığı, bu gereksiz yakınlığı
sense bencillik diyeceksin buna. ya da
bir zevk düşkünlüğü diyeceksin. oysa hiçbiri değil
insanlar yalnız kaldıkça
konuştukları dil de değişir
sonunda hiç anlaşamazlar. öyle ki
bir zaman parçası içinde, bir durumun
değişmez akışında, tekdüze
kalırlar bir sıkıntı avcısı gibi
ve bir gün anlarlar ki, bir güç değildir artık yalnızlık
ve bunu anlayınca, işte o zaman lusin
aşıvermek isterler bu zamanla durumu
koşarlar, koşarlar, tam sınıra gelince
sanki o tel örgülere yapışmış gibi
bir duman oluverirler ya da kaskatı
bir kömür parçası, bir ceset
nedir bu durumda insanın anlamı?
tek çıkar yol yaşamaksa lusin
yaşıyorum ben de kaygısız
değişmez bir anlamsızlığı böylece
bir insan yaşanmamışlığı bulunca
onu artık hiç kimse anlatamaz
kalır sonsuz gücünün buyruğunda
ve bütün kesinliklerin üstünde, yalnız
dolaşır bir ateşböceği gibi kendi aydınlığında
bence kaldırmalı bu doğum günlerini
insan bir yas gibi doğuyor yeniden
doğrusu ben anlamam ama
bir türlü insan vardır, der stepan
her yerde yalnız olan
bir türlü insan vardır
hem o kadar düşündüm ki onu ben
kim olsa biraz benzerdi lusin’e
her şey aynı her yerde
çok garip bir şekilde kirlenmenin
adıdır ölüm
herkesin ölü bir şeyi vardır
sayılar neden böyle yumuşak
neden hiç kimseler konuşmuyor
ben neden yalnızım
sen ne kadar içsen de
içmedin bir gün bile
çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz
herkesin, ama herkesin yanılıp bir yerlere gittiği
insan yaşarken ölüler bırakmalı ardında
zakkumları mezarlara yakın dikmeseler ne iyi
ölümün rengi oluyor
insanın insana verebileceği en değerli şey
yalnızlıktır
kalbim, serseriliğim benim
kuzeyde, ince bir kar dağıtımında
çocukların oyun oynamadığı yerlerde
bulunmaya hazır ve
eski çağlara ait bir parayım
öğle sonu yaşlılıktır biraz
imgesiyim ölümün
nedense her başlangıçta bir acı vardır
bir güzelden bir güzele az mı sevinir
ben sulardan ırmakları tutarım
evet, der bir balıkçı
ne saatler işler ne de bir takvim sesi duyulur
denizle kurulur insan, denizlerden öğrenir yaşını
ve bilir diyordu herkes, bilir rodos’ta
inleyen bir kaya olduğunu ara sıra
kuşların konmadığı, yılanların sokulmadığı
kurtların uzak tuttuğu yavrularını
bir kaya, tek başına..
hayır, hiçbiri değildir
yalan her tenha kasabanın akşam saatidir
sorma bana, nereden geldim, neyim diye
anlaştık işte seninle, konuşmasak da
sevgiler tutkular devrimidir benim tarihim de
"sandal ağacı gibi olacaksın
üzerine inen baltayı kokuna boğacaksın."
"arkadaş tayfanın sarhoş olmayanı kurumuş dal gibidir
gece karşına çıktı mı uğursuzluk getirir."
öyle ya, bana sorarsanız terk etmeli insan yaşamı
ölümü göze almadan
ve anlamalı bir ağaç gölgesi gibi durmaktaki sakıncayı
gitmek
durmadan gitmek
ne ölümünü bilsinler ne yaşadığını
acımaktan bir zamansın ki bazan susarsın
çocuklar büyükler gibi konuşur sefaletten
biliyorsun, bizim her türlü yalnızlığımız
yeni bir dil olacak yarın
biliyordur tam göğsünün altında yaşar gibi
biliyordur ki bir eylemdir yerine göre susmak
bir şarkı ne zaman güzel değildir
sonu olduğu zaman
sonu yoktur çünkü güzel şarkıların
saygımız ki bir kuşun yarası kadar derin
çok uzaklara bakmaktır, diyoruz, durmadan saate bakmak
kuş olsun, insan olsun
yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
ve seninle biz iyi ki
sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
yoksul olmadı
bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
denizler bir fırtınalık görkemli
bizse kendimizi insan olarak
bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa
"içinde uçtuğum gözlerin
yolların gidişine
dünyanın dışında bir anlam verdi." eluard
şairlerin flaşları kalpleridir
dışarıya da parlamalı biraz
kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
sensin, iyi anlarsın beni
gözlerine başka türlü bakıyorum
ben bütün gözlere başka türlü bakıyorum şimdi
yalnızlık gibi, ama yalnızlık değil
bildiğin, çok iyi bildiğin bir şeyin
uzağında kalmak duygusu belki
ve odur ki büyüklük
şiir insnaın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
o zaman ölünce de şiirler yazar insan
aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz
ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki
nerede okumuştum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa
mahpusunu kıskanan bir gardiyanı
ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
ne kadar acı bunlar
kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir
birazdan akşam olacak sevgilim
bütün heybetiyle akşam olacak
sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda
bilmiyorum kime sevgilim dediğimi
bildiğim bir şey varsa
o kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi
unutup birden zamanı ve yeri
onunla bir günü kutluyorum coşarak
onunla bir günü kutluyoruz sanki
gelecekten arta kalan bir mutluyum
ne yaparsan yap yürürlüktedir yetinmezlik
gelecekten utanarak dönen bir sevinçliyim
ya sizler
ey sırasını beklemeden gelen akşamüstleri
beklemek yoksullaşmaktır biraz da
ne de olsa