18.11.2011

bütün öyküleri

sabahattin ali

dünyada en tahammül edilemeyecek şey, artık aşık olmadığımız birisiyle beraber yaşamak mecburiyetidir. şu halde aşık olduğumuz birisiyle hayatımızı birleştirmek, en hafif tabiriyle, düşüncesizliktir.

bu ölü toprakların üstünde hiçbir şey ölmek ve öldürmek kadar kolay değildir.

kitaplar yeni tanıdıklarına karşı çok ketum olurlar. bir kere de onlarla laubali oldunuz mu size malik oldukları her şeyi verirler ve onlar bizim isteyebileceğimiz her şeye fazlasıyla maliktirler.

bozkır köylüsünün ne düşündüğünü ve ne beklediğini kimse bilmez.

bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak ona en büyük iyiliği yapmaktır. onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulacak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir.

çoğu zaman hayatımıza asıl yönü veren, hiç önem vermediğimiz sıradan ve küçük şeylerdir.

siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler.. siz sevemezsiniz. sevmeyi yalnız bizler biliriz. bizler: batı rüzgarı kadar serbest dolaşan ve kendimizden başka allah tanımayan biz çingeneler.

çiçeklerin açtığı mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir.

başkalarına benzemeyenlere antika derler.

şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?

içten duyulan şeyler hep yanlış anlaşılır.

azınlıkta kalanlar çok olanlara tepeden bakarlar.

kadını hiçbir zaman inkar etmedim. hatta geceleri beni odama o kadar karışık bir halde yollayan, ekseriye bir kadın muvaffakiyetsizliğidir. ve ben, bilmiyorum neden, hiçbir kadından aşk iltifatı görmüş değilimdir. kadınlar benden hoşlanıyorlar; fakat beni sevmiyorlar. ben onlara herhalde ya pek çocuk ya pek ukala bir tesir yapıyorum. gayet iyi bilirim ki, en münevver ve zeki kadın bile, mesela bir "balzac romanlarının kıymeti" bahsini ancak 20 dakika dinleyebilir. halbuki ben, en güzel bir kadını bile bir "balzac romanlarının kıymeti" sohbetine feda edebilirim. ve bende, onların asıl bayıldıkları gurur ve hesaplılıktan, ağırlıktan eser yoktur.

bir hapishaneden ötekine gönderilmek dışardan bakınca ehemmiyetsiz, hatta kelepçeli yolculuğun zorlukları düşünülünce, fena gibi görünürse de, bildik yerler, tanıdık muhitler hiçbir yerde hapishanede olduğu kadar şiddetle aranmaz. görüşme günleri kapıya kimsesi gelmeyenler, mahkumlar arasında en zavallı sayılırlar. bunun için gurbet hapishanesine düşenler hep memleketlerine nakil için uğraşırlar.

dünyada birbirini sevmek, birbirine yakın olmak hisleri de olmasa yaşamanın manası kalır mı? bizi kütlenin fevkine yükselten yalnız bunlardır.

bana "doğru düşünüyorsun ama bunları söyleme!" diyen adam adeta namussuzluk tavsiye ediyor demektir ve bu sersemler bunun farkında değil. başkalarının malına, canına, karısına hürmet etmeyi bilen bu adamlar -tabi yalnız sözde- bunların hepsinden daha kuvvetli ve mühim olan fikirlere, kanaatlere hürmet etmeyi bilmiyorlar. bunu lüzumsuz, manasız buluyorlar. hatta birçokları için bir fikir ve kanaat sahibi olmak yalnız lüzumsuz ve manasız değil, aynı zamanda tehlikeli ve ayıp bir şey, muayyen fikirleri olan, yani kendisine düşünmek için bir kafa verilmiş olduğunu unutmayan bir adama cemiyetin sükunetine bomba koymaya gelmiş bir anarşist nazarıyla bakıyorlar.

eşyaya kendi dimağımızın mikyasları ile kıymetler veriyor, bunlara körü körüne inanıyoruz. halbuki tabiatın, asıl idare eden kuvvetin verdiği kıymet hükümleri bizimkilerden kimbilir ne kadar ayrıdır.

bu dünya böyledir işte: kimi adam öldürdüğü için katil diye anılır; kimi adı katile çıktı diye adam öldürür.

sabahattin ali, konya'da öğretmenlik yaparken bir eğlenti sırasında okuduğu taşlamayla atatürk'e hakaret ettiği ihbar edilince yargılanır. "memleketten haber" başlığını taşıyan şiir 6+5 hece ölçüsüyle yazılmış bir taşlamadır gerçekten. ama şiirde atatürk'ün adı geçmemektedir. savunmada şiirin sivas'taki bir bektaşi ayaklanması dolayısıyla yazıldığı belirtilirse de, yargılanma sonucu, cumhurbaşkanı'na ima yoluyla hakaretten 1 yıla hüküm giyer. (26 aralık 1932) konya ve sinop hapishanelerinde çekilen ceza, cumhuriyet'in onuncu yılı dolayısıyla çıkarılan afla sona erdiğinde işsizdir. memurluk kaydı silinmiştir. dilekçeyle başvurur yeniden memur olabilmek için. sonuç alamaz. eski düşüncelerini değiştirdiğini kanıtlaması gerektiği duyurulur kendisine. "kısacası gönlümü verdim ulu gazi'ye/göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor" dizeleriyle biten "benim aşkım" adlı şiirini yazıp varlık dergisinde yayımlar. yeniden bir göreve atanır böylece.