william faulkner
tüm kötülüklerin kaynağı, bizim tutumluluk, çalışkanlık, bağımsızlık gibi baş erdemlerden saydığımız şeylerdir.
insanın kaldırabileceği yalnızlığın bir sınırı vardır, bunun ötesinde yaşanamaz.
iki insan arasındaki aşk ölür, derler. bu doğru değil. aşk ölmez. eğer ona layık değilsen seni bırakır gider. o ölmez; ölen sen olursun. aşk deniz gibidir. sen işe yaramaz biriysen, sularda kötü bir koku çıkarmaya başlarsan, o zaman deniz, dışarıda bir yerde ölmen için kusar atar seni.
tüm erdemlerimizi, en katlanılabilir yönlerimizi -düşünmeyi, ılımlı olmayı, tembellik etmeyi, başkalarının işine karışmamayı, bedensel ve zihinsel anlamda hazımlılığı, bedenin zevklerine -yemeye, sindirdiklerini boşaltmaya, sevişmeye, güneşlenmeye- öncelik veren bir bilgeliği hep aylaklığa borçluyuz.
dünyada bedensel zevklerle boy ölçüşebilecek, onlardan daha iyi -yeryüzünde bize biçilen kısa ömür boyunca son nefesimizi verinceye kadar yaşamaktan, varlığının bilincinde olmaktan daha iyi- hiçbir şey ama hiçbir şey yoktur.
erkeklerin tersine, kadınlara çekici gelen şey, yasadışı aşkın büyüsü ya da iki kişinin suçlanıp lanetlenerek toplumdan, tanrı'dan sonsuza kadar kopmalarına, dönüşü olmayan bir yalnızlığa gömülmelerine yol açan ateşli bir tutku değildir; onlara çekici gelen, yasadışı aşkın güçlükleriyle başa çıkabileceklerini göstermektir; çünkü kadınlar yasadışı aşkı alıp ona saygınlık kazandırmak, lothario gibi bir çapkını alıp kendilerini ayartan buklelerini keserek, onu sıradan yemeklerle yetinen, banliyö treniyle işine gidip gelen saygın bir kimseye yakışır düzgün bir yaşama alıştırmak için karşı konulmaz bir istek duyarlar ve bunu yapabilecekleri konusunda -tıpkı bir pansiyonu işletebilecekleri konusunda olduğu gibi- sarsılmaz bir inanç sahibidirler.
mesleğimizi, sevdiğimiz için seçmiyoruz; bizleri kırıkçı-çıkıkçı, tezgahtar, afiş asıcı, vatman ya da ucuz roman yazarı yapan şey, saygınlık kazanmak isteğidir.
paranın yalnız tek bir dili vardır.
aşk böyle devam edemez. günümüz dünyasında aşka yer yok. insanlar hayatlarından çıkardılar aşkı. bunu yapmaları uzun zaman aldı; ama insanoğlu yeni şeyler icat etmekte sonsuz bir beceriye sahiptir; bu yüzden, tıpkı isa'dan kurtulduğumuz gibi aşktan da kurtulduk sonunda. tanrı'nın sesi yerine radyolarımız var; hepsini ileride layık olabileceğimiz bir aşk uğruna harcamak üzere aylarca, yıllarca tasarruf edip sakladığımız tüm duygusal birikimimizi kuruşlara bölebiliyor, otomatik makinelerden çiklet ya da çikolata alır gibi, sokak başlarındaki gazete bayilerinden iç gıcıklayıcı yayınlar alıyoruz. isa bugün yeryüzüne dönecek olsa, biz kendimizi savunmak, kurup geliştirmek için iki bin yıldır uğraştığımız, uğrunda acı çektiğimiz, öfke, çaresizlik ve dehşet içinde çığlıklar atarak can verdiğimiz o kendimize benzeyen uygarlığı haklı göstermek ve korumak için isa'yı hemen çarmıha germemiz gerekirdi; eğer aşk tanrıçası venüs bugün yeryüzüne dönse, bir metro istasyonunun tuvaletinde müstehcen fransız posta kartları satan üstü başı kir pas içinde bir adam olurdu.
zaman; gerilim hattındaki elektrik akımı gibi, hatırladığımız şeylerin içinden geçerek ilerler; gerçek, gerçeğin ancak bildiğimiz kadarıyla ilişkili olarak vardır; bunun dışında zaman diye bir şey yoktur.
insanlarda, doğuştan, hiçbir zaman kurtulamadıkları bir içgüdü vardır ve bu onları, para vererek bilgisinden, becerisinden yararlanmaya çalıştıkları doktor ya da avukattan bile gerçeğin bir bölümünü saklamaya zorlar.
şimdiye kadar erkeklerin birbirlerine arka çıkmadıklarını hiç görmedim; yeter ki yapmak istedikleri budalaca bir şey olsun.
canı cehenneme kadınların.