uğur mumcu
her uygarlık, önce ekonomik ve siyasal olayların oluşumudur. uygarlık tarihinde, belli dönem ve koşulları yaşamamış toplumlar, uygarlık özentilerini çok pahalıya öderler. avrupa, bugünkü aşamasına ve düzeyine feodaliteden, burjuva devrimlerinden, sosyal ihtilallerden geçerek ulaştı. asya'yı, afrika'yı sömürerek, geri ülkelerin servetlerine el koyarak gelişti. asya'nın sarı, afrika'nın kara derili insanları, hep bugünkü batı uygarlığı için çalıştılar. belleri kılıçlı ispanyol denizcilerinden, başları hasır şapkalı kolonicilere kadar tüm sömürücüler için doğu'nun yoksul halkının alınteri ve kanı, avrupa bankalarında banknot oldu, büyük kentlerde gökdelen, hastane, okul, konser salonu..
eninde sonunda kültür emperyalizmine dönüşmek, emperyalizmin kuralıdır. doğu'nun kültür hayatı, asya stepleri gibi çorak kaldı. ne ekonomik teorisi ne de hukuk sistemi yaşadı. onun içindir ki, doğu kültürü denince çember sakallı molla, cami minberi akla geldi. batı viskisiyle, dansıyla, smokini ile; doğu ise tespihi, gülsuyu ve şalvarıyla anıldı. birinin geriliği barbarlık, diğerinin yaşamı ilericilik sanıldı.
bu muydu uygarlık? eğer bu ise, demek yeryüzü bu çağın olgunluğuna henüz adımını bile atmamış. hemcinslerini öldürmek için akıl almaz silahlar icat edenler, uygarlıklarını, bu silahları kullanmak için gösterdikleri hünerle mi ispatlayacaklar? yoksul halkının yaşama savaşına gözlerini kapayıp cami minberinden cennet öyküleri sayıklayanlar mı uygarlık temsilcisi olacaklar?
batı bugünkü düzeyine gelirken biz ne yaptık? avrupa sanayi devrimini yaparken biz valide sultanların emrinde, deli padişahların yönetiminde yüzyıllar süren derin uykulara dalıyorduk. batı'da sosyal ihtilaller oluyor; sosyal sınıflar ekonomik ilişkilerin denetimini ele alıyor; bu savaş, sanatçısını, düşünürünü, devlet adamını veriyordu.
batı'da felsefi akımlar, toplumsal öğretiler yazılırken biz, bir ulusu imparatorluklardan alıp uygarlık dilencisi yapan padişahlara methiyeler yazan bol bahşişli mürai şairler yetiştiriyorduk. batı'da işçiler sosyal haklarını elde etmek için kan dökerken, biz ilmiye sınıfını peşine takan yeniçerilerle her yeniliğe başkaldırıyor, kelle istiyorduk.
tanzimatları, meşrutiyetleri de böyle yaşadık. arada alman hayranı olup ordularımızın başına alman subayları getirdik. ve cuma selamlarında istanbul halkı "padişahım çok yaşa" diye bağırırken, ingiliz emperyalizminin pençesine teslim olduk. kimse bu işlerin nedenini anlamadı. ne aydın kafalı hukukçu, ne çağının ekonomik ilişkilerini anlamış iktisatçı yetiştirdik. yarin dudağından söz açan, fildişi kuleli, duygulu şairler verdik sadece topluma. cumhuriyet edebiyatının en büyük sayılan sanatçısı bile, endülüs'teki raksın gürültüsünden başını kaldırıp türk halkı için bir tek satır bırakmadan çekip gitti.
edebiyatı özenti, meşrutiyeti özenti bir toplum olarak her esen rüzgara göre sallanıp durduk. hiçbir devrimin, sosyal hakkın bilincine varamadık. arap hayranı, alman hayranı, fransız hayranı olduk. ne ulusal niteliklerimizi ne de ulusal yönümüzü anlayabildik. doğu uygarlığı deyince yabancı taklitçiliğini anladık. batı'ya açık penceremizle doğu'ya açılmış kapı arasında kararsız kaldık. imparatorluk, düyun-u umumiye senetleri ile ipotekli imiş, anlamadık. yabancı kumpanyalar devleti ele geçirmişlerdi, bilmiyorduk. varsa yoksa ittihatçılık, itilafçılık.. bugünlere kadar dayanan bir siyasi kan davası. işte böyle yıkıldı bir imparatorluk.