haruki murakami
ölüm yaşamın karşıtı olarak değil, parçası olarak vardır.
uzun boylu olan broşürleri dağıtırken yuvarlak suratlı öğrenci de kürsünün üzerine çıkıp söylevini verdi. broşürlerde, bu gibi durumlarda hep olduğu gibi son derece basite indirgenmiş türden cümleler vardı: "hileli rektör seçimlerini tanımıyoruz", "tüm öğrenciler boykota" veya "öğrenciler ve işçiler, japon emperyalizmine karşı birleşiniz" gibi. kavramlar saygıdeğerdi, bunlara özellikle diyecek sözüm yoktu ama cümleler inandırıcılıktan yoksundu. güven vermiyor, hiçbir coşku uyandırmıyordu. ablak suratlının söylevi de farklı değildi. hep aynı nakarattı. müzik aynıydı, yalnız güfte değişiyordu. bu insanların gerçek düşmanının siyasal güç değil, hayalgücü eksikliği olduğu geldi aklıma.
kimileri için aşk, anlam taşımayan ya da önemsiz şeylerle başlar. eğer böyle olmazsa zahmetine değmez.
sıradan kızların dürüstlükle bir alışverişleri yoktur. onlar güzellik veya mutlulukla çok daha yakından ilgilidirler.
duygularını dışavuramadığında gerçek tehlike başlar. o zaman duygular insanın içinde birikir, katılaşır. duygular bedende, donup kalır ve ölür. işte bu, dehşet vericidir.
insan bir konuda yalan söyleyince, inandırıcı olması için başka bir sürü konuda da yalan söyler.
böyle insanlar vardır. olağanüstü bir yeteneğe sahiptirler; ama onu değerlendirmeye yetecek enerjiden yoksundurlar ve sonunda hep yeteneklerini ziyan ederler. başlangıçta, göz kamaştırırlar. içlerinden sözgelimi, çok zor bir parçayı, notasına bakar bakmaz çalabilecek yetenekte olanlar vardır. hem de oldukça iyi. insan şaşar kalır. çok çok üstün birinin karşısında olduğunu sanır. ama hepsi bu kadar. asla daha ileri gitmezler. niçin? çünkü devam edecek yüreklilik yoktur onlarda. çünkü asla çalışmaya zorlanmamışlardır. şımartılmışlardır hep. yetenek sahibi olmak gibi bir bahtsızlığa uğradıklarından ve daha çok küçüklüklerinden beri, çalışmasalar bile, çok iyi çaldıkları için övgüler alageldiklerinden, çalışmak onlara ayrıntıymış gibi gelir. başkalarının üç haftada öğrendikleri bir parçayı onlar bunun yarısı kadar bir zamanda kaparlar, o zaman da öğretmen, başarabileceklerini sanarak bir başka parçaya geçirir onları. onu da başkalarının öğrendiğinin yarısı kadar bir zamanda bitirirler. böylece hiçbir zorlukla karşılaşmayınca, insan kişiliğinin biçimlenmesi için kaçınılmaz olan bir öge onlarda eksik kalır. bu gibi çocukları eğitmenin püf noktası, her şeyden önce, onlara aşırı övgü yağdırmamaktır. daha çok küçükten, pohpohlanmaya, kutlanmaya alıştırılmıştır onlar; bu yüzden, ne denli övülseler de onlarda hiçbir etki yaratmaz. bu yüzden, sadece, ara sıra ve yerinde, beğenilmeleri, övülmeleri doğru olur. sonra da, asla zorlanmamalıdırlar. daha ileri, daha ileri gitmeleri için itilmemeli ve düşünmek için soluklanmalarına izin verilmelidir. hepsi bu. böyle yapılırsa, oldukça iyi gelişirler.
başkalarının ne düşündüğünden kaygılanmaya başlamak, hastalığın habercisi belirtilerden biridir.
porno film oynatan sinemalarda, seks sahneleri olunca etraftaki herkesin gürültüyle yutkunduğu duyulur. bu yutkunma gürültüsünü çok seviyorum. pek hoş.
haksız bir toplum, aynı zamanda, tersinden bakıldığında, olanaklarının ta sonuna değin gidebileceğin bir toplumdur.
ara sıra, çevreme baktığımda, gerçekten umudum kırılıyor. kendi kendime her zaman sorarım, insanlar neden daha çok çabalamazlar diye. hiçbir şey yapmaz ve zamanlarını yaşamın haksızlığından yakınarak geçirirler.
ona karşı ne denli hoşgörülü davranılırsa davranılsın, onunla mutlu olunamaz. o, mutlu olmak için veya başkalarını mutlu etmek için yaratılmamış. onunla yaşarken insan aklını kaçırabilir. ben de elbette ki onu kendimce severim, onu eğlenceli bulurum ve çok iyi yönleri olduğuna da inanırım. sonra da, sahip olduğum yetenekler açısından, onun tırnağı bile olamam. ama düşünme ve yaşama biçimi hiç de normal değil. onunla konuşurken kimi zaman bana, hep olduğum yerde dönüp dolaşıyormuşum gibi gelir. o hep aynı süreç uyarınca ilerlemeyi sürdürür bense hep olduğum yerde döner dururum. tümüyle farklı olan, onun sistemi. bizim sandığımızdan daha fazla irade sahibi ve ayrıca da her gün iradesini güçlendirmek için kendini eğitiyor.
filmde birçok oral seks sahnesi vardı ve ne zaman bir arkadan yaklaşma, yalama ya da 69 sahnesi olsa, salon emme ya da iç çekme sesleriyle çalkalanıyordu. bu gürültüyü duyunca, başka bir gezegende yaşıyormuşum gibi değişik bir izlenime kapılıyordum.
kendine acımak, budalaların işidir.
esas olan, sabır göstermek. umudu yitirmeden, düğüm olmuş iplerin tek tek çözülmesi gerek. gerçi durum umutsuz gibi görünebilir; ama mutlaka ipin ucunun yakalanacağı bir an gelecektir. karanlıkta kalınca, sabırla, gözlerin karanlığa alışmasını beklemek yeter.
bizler kusurlu bir dünyada yaşayan kusurlu kişileriz. somut biçimde değerlendirilebilecek ya da ölçülebilecek nesneler gibi yaşamıyoruz ki.
insan kendini bırakınca işler olması gerektiği gibi gider.
mektuplar, kağıttan başka bir şey değil. yakılsalar bile, yürekte kalması gereken, kalır. ve yakılmayıp saklansalar bile, kalmayan kalmaz.