11.12.2011

pas ve demir

tahsin yücel

önce, tüm ülke düzleminde, öğretimin düzeyi düşürüldü. sonra, sağcı ve solcu politikacılarımızın özelleştirme tutkusunun getirdiği coşkuyla, küçüklü büyüklü kentlerde, özel, dolayısıyla paralı ve pahalı okullar baş döndürücü bir hızla çoğaldı. sonra yurttaşlar özel, paralı ve pahalı okulların üstünlüğüne inandırıldı, çocuğunu özel okulda okutmak "insanca yaşama"nın koşulu olarak gösterildi, sonra, yavaş yavaş, çocuklarına yeterli bir eğitim vermek için çırpınan; ama özel okulun parasal yükünü taşıyabilecek durumda olmayan insanların tutkuları saptırıldı. çocuklarını kamu okuluna göndermeye boyun eğdiler; ama bu okul hiç değilse iyi bir yerde bulunsun, her şeyden önce de oturdukları yerden uzak olsun istediler, uzaklık temel ölçüt, çocuğun okula araçla gitmesi onur sorunu oldu. böylece, erenköy'deki ilköğretim okuluna bunca öğrenci taşıma aracının girip çıkmasının, taşıma görevlilerine okul içinde özel bir dinlenme odası ayrılmasının da sezdirdiği gibi, levent'te oturanlar çocuklarını şişli ya da yeşilköy'deki, şişli'de oturanlar levent ya da bakırköy'deki okula göndermeye başladılar. bunun sonucu olarak, hem çocuklar daha az uyuyup daha çok yoruldu, hem kentte ulaşım ağırlaştı, hem okul yöneticileri temel görevlerinden çok, öğrenci taşıtlarıyla uğraşır oldular, hem de genel getirisinin yalnızca istanbul sınırları içinde 150 trilyon olduğu söylenen bir iş alanı açıldı. yaşamımızı zorlaştırmaktan başka işlevi bulunmayan nice iş alanı gibi. yani, neresinden bakılırsa bakılsın, pas demiri yedi.

arada bir, çekingen bir biçimde bile olsa, varlıkları ve işlevleri tartışılan; ama sayıları her yıl biraz daha artan ünlü "dersaneler" de aynı tutumun bir başka örneği. orta öğretimde birlik parçalandı, düzey düşürüldükçe düşürüldü; üniversitelere giriş sınavlarının düzenleyicileri artık ilk uygulayıcılarının bile kuşkuyla baktığı bir seçme yönteminde dayattı; özel girişim de iç çağrısına uygun bir biçimde araya "dersaneler"ini sokarak dizgeyi bütünleyiverdi. şimdi, üç kurumdan herhangi birinin ötekiyle uzlaşmazlığa düşmesi şöyle dursun, örnek bir işbirlikçilik anlayışıyla sürdürüyorlar etkinliklerini. yüksek öğretim sınavlarının düzenleyicileri özel dersanelerin vazgeçilmezliğini her yıl yeni baştan kanıtlıyor, özel dersaneler kendilerini ona göre ayarlamayı biliyor, orta öğretim kurumları dersane düzenini örnek alarak düzeyini her yıl biraz daha düşürüyor. böylece, üniversitelerimiz, ülkeyi aydınlık yarınlara taşımak üzere, iki sözcüğü bir araya getirmekte güçlük çeken insanlar yetiştirip duruyor. bir kez daha, pas demiri yiyor.

hiç kuşkusuz, bu sonucu yalnızca sınav düzenine bağlamak haksızlık olur. üniversitelerimiz özellikle 1983'ten beri çöküş içinde. 12 eylül yönetimi en büyük, en gelişmiş üniversitelerimizi biel tek kişi yönetimine bağlayarak özgür ve yaratıcı öğretimi engeleldi. bununla da yetinmedi, özel kuruluşlara özel üniversiteler kurma olanağı getirdi, kurmaları için de onlara hem kasalarını açtı, hem diledikleri ormanı, diledikleri tarihsel yapıyı kullanımlarına sundu. onlar da, öncelikle kendi işlerinde kullanabilecekleri adamlar yetiştirmelerini sağlayacak bölümler açıp öğrencilerini tarzan ingilizcesiyle ders dinlemek zorunda bırakarak hem üniversite kavramını saptırdılar, hem düzeyi düşürdüler, hem de geçim sıkıntısından bunalan öğretim üyelerini yüksek ücretlerle kurumlarına çekerek kamu üniversitelerini büsbütün zayıflatmaya giriştiler. buna karşın, öyle etkili oldular ki, ülkenin en eski ve en büyük üniversitesinde bile, birtakım yöneticiler, "filoloji de ne işe yarar ki?" diye söylenmeye başlıyorlar. yani pas demiri yiyor. daha da yiyecek kuşkusuz.

böylece, çok yakın bir tarihte, ilköğretim okullarına öğretmen olmak isteyenlerden yüksek lisans diploması isteneceğini muştulayan milli eğitim bakanı, bunca parlak diplomaya karşın, eğitmenler döneminin ilkokullarının düzeyini tutturamadığını görecek.