zülfü livaneli
bir seferinde yaşar kemal nobel ödülüne çok yaklaşmıştı. en güçlü aday olarak adı geçiyordu ve sonradan öğrendiğimize göre, ödülü kazanmaması için hiçbir neden yoktu. tam o sırada bazı türkler ve türkiyeli kürtler devreye girerek yaşar kemal aleyhine bir dedikodu çarkı çevirdiler. isveç akademisine, türk edebiyatını iyi bilmediklerini, aslında yaşar kemal'in türkiye'de beşinci sınıf bir yazar olduğunu, sadece o çevrilmiş olduğu için ödülü ona vermenin haksızlık olacağını söylemişler.
bu arada bazı kürtler de yaşar kemal'in kürt olduğu halde türkçe yazmasının, kürt kimliğini inkar etme anlamına geldiğini öne süren bir kampanya başlattılar. onlara göre yaşar kemal kürt halkının masallarını alıp türklere mal etmekle görevli bir devlet yazarıydı.
lars gustafson adlı isveçli romancı, avusturya'da tanıştığı diana canetti adlı türkiyeli bir yazarın türkiye'de yaşar kemal'den daha ünlü olduğunu yazınca dayanamadım ve yazının yayımlandığı expressen gazetesine bir açıklama gönderdim. yıllardır edebiyat dünyasının içinde olduğumu, yayıncılık yaptığımı anlatıp böyle bir türk yazarı duymadığımı söyledim.
lars gustafson bana alçakça bir cevap verdi ve "bay livaneli diana canetti'yi türk yazarı saymıyor ama o büyük şehir, türkler gelmeden önce canetti'lerindi!" diyerek beni ırkçılık yapmakla suçladı. oysa gerçekten de böyle bir türk yazar duymamıştım; hala da bilmiyorum. herhalde saçma sapan bir ırkçılıkla suçlandığım ilk ve son tartışma bu olmuştur.
bu tartışmalar sırasında ilginç bir şey oldu ve kumkapı'da verilen söz gerçekleşti. yaşar kemal söz verdiği gibi thilda'yı da alarak stockholm'e geldi. çok mutluyduk. birlikte yemekler yiyor, uzun yürüyüşlere çıkıyor ve durmadan edebiyat konuşuyorduk. yaşar kemal'e nobel aldırmama görevini üstlenmiş olan çevreler bu gelişi de kötüye yorarak "yaşar kemal nobel jürisini etkilemek için stockholm'e geldi." dediler. oysa bir tek yazar bile gördüğümüz yoktu. kendi alemimizdeydik.
bu tartışmalar, zaten kıl payı dengeler üstünde duran isveç akademisini ürküttü; yaşar kemal'e verecekleri ödülü ertelemeyi uygun görüp patrick white'a verdiler. böylece "türk türk'ün kurdudur!" kuralı gereği, küçük kıskançlıklar ve çapsız hesaplar yüzünden yaşar kemal'in nobel alması engellendi. yalnız bu durumda bir öge daha vardı. o da yalnız türklerin değil, "kürtlerin de kürtlerin kurdu" olduğu gerçeğiydi.