george sabine
thomas hill green'in ahlakının merkezi ilkesi, birey ile üyesi olduğu toplumsal grup arasındaki ilişkinin karışıklığı idi. onun deyişiyle "benlik toplumsal bir benliktir." bununla, aristomsu bir biçimde, en üstün toplum biçiminin, içinde eşitlerin bir araya geldiği bir toplum olduğunu ve topluluğu bir arada tutan bağın üyelerin gruba ve onun amaçlarına bağlılık duyması olduğunu söylemek istiyordu. aynı zamanda böyle bir grubun üyesi olmak, çalışmasını paylaşmak ve orada önemli bir payı olmak, hem dört dörtlük bir kişiliğe ulaşmanın bir koşuludur hem de insanın elde edebileceği en yüksek doyumun göstergesidir.
green bir ölçüye dek her toplumsal grubun böyle olduğuna inanıyordu. en güçlü ve en baskıcı bir hükümet bile bir toplumu yalnızca gücüne dayanarak bir arada tutamaz; hükümetlerin rıza sonucu olduğu yolundaki eski inanç bu ölçüler içinde doğruydu. green hükümetin güce değil arzuya dayandığını; çünkü bir insanı topluma bağlayan bağın kendine özgü bir zorlama olduğunu, yasaların verdiği cezalar ya da ileriye yönelik çıkar düşünceleri olmadığını söylüyordu.
liberal bir toplum içindeki reddedilmez görüş, böyle bir toplumun insan doğasındaki aynı zamanda manevi olan bu temel toplumsal güdüyü kabul etmesi ve ahlakın tam ülkü anlamına yaraşır biçimde gerçekleşmesi için çalışmasıdır. bu ülkü, bir toplumun üyelerinin ahlaken eşit insanlar olarak bir araya gelmelerini, birbirlerine karşı saygılı davranmalarını, hepsinin kendilerine uygun olacak biçimde düşünmekte ve davranmakta özgür olmalarını, düşünce ve eylemlerinin tam ahlaki sorumluluğun yönetim ve denetimi altında bulunmasını gerektirir. bu nedenle zorlama en aza indirilmelidir; bu, devletin uyguladığı zorlama için doğru olduğu gibi kişileri özgür ahlaki kimseler olmaktan çıkaran başka her türlü zorlama biçimleri için de doğrudur.
kant için olduğu gibi green için de bir insan topluluğu, içinde herkesin yalnız araç değil; aynı zamanda amaç gibi işlem gördüğü bir "amaçlar krallığı"dır. bir topluluğun ve bir kişiliğin ideal niteliği böyle olduğundan, yeteneklerinin elverdiği ölçüde böyle bir yaşamı gerçekleştirme fırsatı herkese açık olmalıdır. bundan dolayı gerçekten liberal olan bir toplumun amacı, en azından, kişiliğin hem koşulu hem de hakkı olan kendi yazgısını belirleme ve saygı görme manevi haklarını her insana tanımak olmalıdır.
leonard hobhouse: toplumun mutluluğu ve düşkünlüğü, ortak mülkiyet duygusunun yücelttiği ya da derinleştirdiği insanların mutluluğu ve düşkünlüğüdür. toplumun istenci bu insanların istencinin ortak sonucudur. vicdanı, bir denge kurulduğunda o insanlarda soylu olan ve olmayan şeylerin bir anlatımıdır. her insanı topluluğa yaptığı katkıya göre değerlendirebilirsek, toplumdan da bu insan için ne yaptığını sormaya aynı biçimde hakkımız olur. herkesin pay aldığı ve paylaşmanın her insan iiçn başlıca bir öge olduğu biçim dışında, en büyük sayının ya da herhangi bir büyük sayının en büyük mutluluğu gerçekleşemez. ama tek tek erkek ve kadınların yaşadığı mutluluk dışında bir mutluluk yoktur; bunun gibi insanların ruhunu içeren ortak bir benlik de yoktur. bireylerin belirgin ve ayrı kişiliklerinin uyum içinde gelişebildiği ve ortak bir başarıya katkıda bulunabildiği toplumlar vardır.
ahlak asıl olarak bir karakter sorunu olduğundan, yasa zoruyla yaratılamaz. yasa, zorunlu olarak, davranışın dış yanlarıyla ilgilenir, onun arkasındaki düşünce ve niyetle değil.
yanılmaz olan hiçbir insan, hiçbir toplumsal kurum yoktur. her insan kendi aklını ve bilincini izler; liberal bir toplum da onun hem yargılama hakkına saygı gösterir hem de onun yargılarının toplumsal bakımdan güvenilir olması olasılığını artırmaya çalışır.
green, bir yerde ahlaki bozukluk olmadıkça savaşın ortaya çıkamayacağını savunuyor, kimi kez kaçınılmaz olabilirse de savaşın her zaman için ahlaki başarısızlığın bir itirafı olduğuna inanıyordu.
f.h. bradley: bir kimsenin kendisini, ahlaki konularda dünyadan farklı düşünmesi anlamında olmak üzere, kendi görüşleri olması gerektiğine özendirmesinin, gökten inen peygamber dışında herkes için kendi kendini aldatmadan başka bir şey olup olmadığını düşünmeliyiz.
sidney webb: demokratik idealin iktisadi yanı, gerçekte sosyalizmin ta kendisidir.
her tarafa, yanlı olması ya da bir ölçüye değin yalan söylemesi pahasına bile olsa, kendi görüşünü anlatma olanağı verilmesi, yine de doğruya ulaşmanın ya da haklı bir karara ulaşmanın en iyi yoludur.
bir hükümet her şeyden önce kamu düşüncesini ve tartışmalarını düzenlemek için kurulmuş bir kurumlar dizisi ve uygulanabilir bir politika saptamak amacıyla karşıt savların tartılmasıdır.
sidney olivier: sosyalizm ussallaşmış bireycilikten başka bir şey değildir.
hem komünizm hem de faşizm, liberal politika uygulamalarını bırakırken ve yeni felsefi ilkelere sahip olduklarını duyururken liberalizmin açık, gösterişli düşmanlarıydılar. her ikisi de "gerçek" demokrasinin savunucusu olduklarını ileri sürüyor ve liberalizmi yapmacık demokrasi olarak niteliyorlardı; ama her ikisi de korunması için demokratik anayasalar yapılan yurttaş özgürlüklerini çiğnediler ve demokratik hükümetin dayanakları olan siyasal özgürlükleri yıktılar. her ikisi de hak ve özgürlüklerin korunmasının hükümetin başta gelen amacı olduğunu, bireysel insanın ya kendi sonul çıkarlarını ya da toplumsal veya genel bir çıkarı korumak için hükümetlerin izlemesi gereken politika ve uygulamaları takdir etmeye yeterli olduğunu reddettiler. her ikisi de kolektif bir bütün ortaya çıkardılar -faşizm ırkı, komünizm ise toplum ya da topluluğu- ve bunun bireyden daha üstün bir değerde olduğunu benimseyip insanları topluluğun araçları ya da organları saydılar. dolayısıyla her ikisi de siyaseti, ortalama insanların kavrayamayacağı bir gizemli şey gibi niteleyip özel yetenekler ya da yetilerle donanmış bir seçkinler kümesinin görevi saydılar. faşizm bu yeteneği, ortalama zekanın ulaşamayacağı bir içgüdü, sezgi ya da deha olarak belirtti. komünizm de siyaseti daha üstün türde bir bilim, dolayısıyla tarihsel ilerlemenin izlemesi gereken zorunlu yönü tanımaya yeterli olacak biçimde yetiştirilen uzmanların ayrıcalığı saydı.