julia kristeva
aşk hikayeleri yok artık. oysa kadınlar istiyorlar ve kadınlar gibi yumuşak ve hüzünlü olmaktan utanmadıklarında erkekler de istiyorlar. hepsi kazanmak ve ölmek için koşuşturup duruyorlar. ölümden sonra da yaşamak için ya da sanki aralarında konuşmuyormuş gibi yaparak konuşarak kendilerini unuttuklarında, zevk alarak ya da zevk almadan çocuk yapıyorlar. uçağa, metroya, hızlı trene, gemiye biniyorlar. dallarını güneşli mavi ipekler sarınmış bulutlara doğru uzatmış, küçücük yapraklarıyla titreyen, arıların bala dönüştürdüğü hafif bir koku yayan şu pembe akasyaya bakacak zamanları yok.
orada, atlantik'in karşısındaki akasyanın altında olduklarından nasıl emin olabiliyorum? şöyle böyle tanıyorum onları, paris'te rastlıyorum, dostları olan hastalar onlardan söz ediyorlar bana.. dolayısıyla sahneyi iyi görüyorum. birlikteler çünkü ayrılar. karşılıklı bağımsızlıklarına bu karşılıklı katılıma aşk diyorlar. bu onları gençleştiriyor, yeniyetme havalarındalar; hatta çocuksu. ne istiyorlar? birlikte yalnız olmak. birlikte yalnız oynamak ve o yalnızlıkta hüzün olmadığını göstermek için zaman zaman topu birbirlerine atmak.
hastalarım bana aşk acılarını anlatıyorlar ve aşk acısıyla uyum sağlayarak tatmin oluyorlar. oysa bu ikisi yaralarını ormandaki hayvanlar gibi yalıyorlar ve rahat ve huzur içinde ayrılıyorlar birbirlerinden.
aşk zamanı, zevklerimize beş duyu bizi acı ve coşkuya boğuncaya kadar dalar. aşkın, maceracıların yaralarını sarmayı başarmalarına, beden kendini yeniden düzenleyinceye, iki insanın sudaki narcissos gibi yeniden birbirlerine bakmaya başladıkları ana kadar sürdüğü söylenir. çok sabır isteyen bir iştir bu, müthiş zaman alır. aşkta zamana dikkat etmek gerekir.
sevme sanatının bir yansımasından başka bir şey olmayan süre yoktur. ama bir algı, bir sıkıntı ya da bir sevinç uzamını bir verme anına dönüştüren büyü. sözcük, hareket, bakış.. seni yanıma aldığımı, ikimizin, orada akasya ve çamın altında, başdöndürücü çiçekler, dalgalar, quatuor, migren, sırt ağrısı içinde rahat olduğumuzu haber vermek için küçük bir ses sadece. zaman duyumu böyle doğar. bu duyulur anlar bir kez verildiklerinde küçücük eylemler halinde zincirlenirler. hiçlikten doğarlar, düğümlenirler ve bizi taşırlar. aşksız zamanın olmadığı çok açıktır. zaman küçük şeylerin, düşlerin, arzuların aşkıdır. yeteri kadar aşk olmadığı için zaman yoktur. insan sevmeyince zamanını yitirir. kimseye söyleyecek bir şeyimiz olmadığında geçen zamanı unuturuz. ya da geçmeyen, yalancı bir zamanın esiri oluruz.
ölüm sevgisi, ölme arzusu, görmeden bakabilmemiz, uyuyabilmemiz ve düş kurabilmemiz için görmek istemediğimiz sırdır. gözlerimizi kapamasaydık, sadece boşluk, siyahlık, beyazlık ve kırık biçimler görebilirdik.