13.02.2012

türkçe

talat sait halman

türkçemiz güzel dil, ahenkli dil, duyarlı dil. grameri bakımından, dünyanın gelmiş geçmiş en düzenli, en mantıklı dillerinden biri. hoş sesleri ve ritimleri var, sımsıcak ve renkli deyimleri. ama şu da acı bir gerçek: türkçemiz, yoksul bir dil. dağarcığındaki kelimelerin sayısı henüz 70 bine varamadı. oysa fransızcanın 400 bine yakın, ingilizcenin 600 binden fazla kelimesi var.

biz, gündelik gerçekleri, temel duyguları çok rahat ifade edebiliyoruz. dilimiz enfes bir şiir dili. kafiyelerimiz bakımından ingilizceden çok daha zenginiz. gelgelelim, bilimsel dil olarak, felsefe dili olarak, kültür dili olarak türkçemiz yoksulluğunu gideremiyor. bir kısır döngü içindeyiz: bilimde dünya çapında çalışma yapamıyoruz, felsefeye katkımız olamıyor; çünkü terimlerimiz yetersiz ve soyut kavramlarımız az; bilim ufuklarımız dar, felsefede ve teorik bilgide gücümüz yok.

70 bin kelimeye dayanan bir bilim ve kültür yaşamı sönük olmaya mahkumdur. ve bu yaşam, dilin kapsamını genişletmekten, dağarcığını artırmaktan aciz kalır.

türkçenin zenginliğine inananlardan kimisi diyor ki: "karşılığı başka dillerde bulunmayan sözlerimiz, deyimlerimiz var." elbette var. ama bu bize üstünlük sağlamaz. her dile özgü kelimelerden birkaçının başka dillerde karşılığı yoktur. bu gibi karşılaştırmalarda, ne yazık ki, biz başka birkaç dile yenik düşüyoruz. çünkü ingilizce, fransızca, almanca gibi dillerdeki birkaç yüz bin kelime, terim ve deyimin türkçemizde karşılığı yok. kaldı ki zamana karşı yarışı da yitirmekteyiz. biz, 1000 kelime üretirken onlar 10 bin kelime türetiyorlar.

ingilizce, geçtiğimiz 30 yılda, türkçedeki kelimelerin tümünden fazla söz, deyim ve terim yarattı. dilimizde büyük değişmelere yol açan, kuşaklar arasında bazı konularda anlaşmayı zorlaştıran, yeni tatlar ve ritimler getiren "sözcük türetme" çabalarımızdan, 1930'lu yıllardan 1980'lere kadar, biz kaç kelime elde ettik, biliyor musunuz? 12 bin kadar. ve bunu yaparken 8 bin kadar yabancı kökenli kelimeyi attık. bu arada, arapça ve farsçanın boyunduruğundan çıkmak için, nice kavramları ve nüansları yitirdik.

artık dil konusunda gerçekçi, hoşgörülü, girişken olmak zorundayız. tutucu, yobaz, şoven, sorumsuz olmaksızın. bilinçli bir senteze ulaşmak günü gelmiştir. nice eski kelimelerin değerini bilerek, yeni terimleri bağrımıza basarak. dil partizanlığından, bağnazlığından kaçınarak. "hür" de diyebilmeliyiz, "özgür" de; "kanun" da, "yasa" da; "devrim" de, "ihtilal" de; "sosyal" de, "toplumsal" da.. hangi sözlerin yaşayıp yaşamayacağına dili kullanan halk karar verir. "günaydın" sözü icat edildiğinde öfkeyle, alayla karşılanmıştı. 60 yıl sonra, en sevdiğimiz sözlerden biri. ama "tünaydın"ı başlangıçtan beri kimse sevmedi, benimsemedi. dilin yargıcı halktır.

ve halkın kulağı, alışkanlığı, zevki, birçok yabancı kelimeden vazgeçmeyecektir bence: farsçadan geldi diye "can" yerine başka bir sözcük kullanılmayacak. yunanca kökenli diye "liman" ve "lahana" dilimizden atılacak mı? "mecmua" yerine "dergi"yi benimsedik ama, "gazete" italyancadan gelmiş olsa da dilimizden düşmeyeceğe benzer. "kral" slav dillerinden, "apartman" ve "telefon" fransızcadan alınma. latince "mil" söylenmez olacak mı? "semaver"i rusçadan uyarlamışız; yerine başka bir terim düşünebiliyor musunuz? arapçadan aldığımız şu sözler, belki de türkçeden hiç eksik olmayacak: "ve", "kahve", "din", "haber", "hayır", "cennet", "cep", "elbet", "merhaba", "devlet".. sanırım, "afiyet" arapça diye "afiyet olsun" demekten vazgeçmeyeceğiz. farsçadır diye "hiç"e sırt çevirmeyeceğiz.