amin maalouf
bu şehre geldiğim gün, katırım kiş kapısına varmadan önceki son yamacı bin bir güçlükle tırmanmıştı; tam ayağımı yere bastım ki, bir adam yanıma geldi.
- bu şehre hoş geldin, dedi bana, burada hısım akraban, ahbabın var mı?
hayır, diye cevap verip yoluma devam ettim; çünkü bir dolandırıcıya, en azından bir dilenciye veya baş belası birine çatarım diye endişelenmiştim. ama adam yeniden söze başladı:
- ısrarım seni kuşkulandırmasın, soylu misafir. burada durup gelecek her yolcuyu kollamamı ve ona misafirperverlik göstermemi efendim buyurdu bana.
yoksul birine benziyordu; ama üstü başı temizdi ve saygın insanların uyduğu görgü kurallarından da habersiz değildi. peşinden gittim. beni birkaç adım ilerideki ağır bir kapıdan içeri soktu; üstü kemerli bir geçitten geçip kendimi bir kervansarayın avlusunda buldum. ortada bir kuyu, etrafında insanlar ve hayvanlar, avlunun çevresinde de iki kata dağılmış durumda yolcu odaları vardı. adam dedi ki:
- burada istediğin kadar, ister bir gece, ister bütün bir mevsim kalabilirsin; kendin için döşek ve yemek, katırın için de ot bulursun.
kaç para ödeyeceğimi sorunca, yüzü gölgelendi.
- sen burada efendimin misafirisin, dedi.
- peki bu cömert ev sahibi nerede? göster ki kendisine şükranlarımı ifade edebileyim.
- efendim öleli 7 yıl oluyor; bana bıraktığı paranın tamamını semerkant'ı ziyarete gelenleri ağırlamak için harcamam gerek.
- bari adını bağışla bu efendinin ki, en azından gittiğim yerlerde hayırseverliğini anlatabileyim.
- sadece yüce rabbim senin minnetine layıktır, o'na şükret, o, hangi adamın hayratı sayesinde kendisine şükredildiğini bilecektir.
"günlerce o adamın kervansarayında kaldım. dışarı çıkıyordum, tekrar dönüyordum, siniler hep nefis yemeklerle doluydu ve ben bizzat ilgilensem katırıma öyle iyi bakamazdım."