2.08.2016

soytarılar bayramı

lale müldür

saat kulesinden de görmüştüm, bekliyorduk. yanar döner giysileriyle perendeler atarak geldi. çıngırakları, zilleri, fırdöndüleri, maskeleri vardı. bir görünüp bir yok oluyordu. rengarenk kurdeleleri, madeni uçlu kordonları, uçkurları, şeritleri, perdeleri ve tülleri, makarnaları, bira ve gazoz kapakları, tıraş losyonları, kokusavarları vardı. süpürgesini saklamıştı. arada bir "dokun", "tamam mı?", "şimdi gir, öğrenip gel" (seyirciler arasından bir kez daha "ooooh-oh" sesleri yükselir) diye bağırıyor, bağırırken de zıp zıp zıplıyor. ortaçağ karanlıklarının üzerinde yükseliyordu.

jonglörmüş eskiden. şimdilerde ip üzerinde karşıdan karşıya geçiyor. yüzünü anlatmak olanaksız, çokköşeli, yani çokyüzlüydü. dolaşıp durmaktan yoruldum dedi. "eskisi gibi taklalar da atamıyorum, buralarda yerleşmek istiyorum. artık ayrılıklar ve yalnızlıklar başlayacak. şimdi bana gözyaşı kadehleri ve uzun doğum sancıları gerek."

saat kulesine çıktım oradan gördüm. birileri gidip birileri geliyordu. "buralardan kurtulmanın bir yolu olmalı" dedim, "nedir bu kargaşalık? çekip gitmeli mi yoksa burada mı kalmalı? köşklerimiz yıkıldı, bağlarımız, bahçelerimiz bozuldu, sedef kakmalı koltuklarımıza sonradan görmeler kuruluyor." "heyecanlanmaya, korkmaya gerek yok ki" diye incelikle yanıtladı, "hep böyle tarihsel şakalar yapıyorsun. içimizde birçokları var ki yaşam bir şakadan başka bir şey değildir sanıyorlar. sen ve ben bunu çoktan aştık, bizim inancımız bu değil; onun için yanlış konuşmayalım; çünkü saat çalışmaya başladı." saat kulesi boyunca her yerdeydiler. beş ayrı çevren gördüm. genç insan ölümleri gidip gelirken yalazlar içinde yaklaşıyorlardı. sanayi aygıtları, kağnı gıcırtılarıyla döne döne. uzak bir gelecekten geliyorlardı. saat kulesinden gördüm, dumanlar ve yalazlar içinde yeni insanlar geliyordu. uzakta bir baykuş öttü. rüzgar uğuldamaya başladı.