yabancı, anlamsız bir şeyim
şunu anladım ki bu fani hayatta
yol daha uzunmuş vuslattan
anladım farkı neden sonra
tohumdan başka şeymiş bitki
umut bir ağaçtır, gökleri sarar
martı bir majesküldür
küçük bir çocuğun yazdığı
sevmek kuşların
bir an boş bıraktıkları ağaçtır
sen köpük tohumusun bıçağımı bıraksam
köprünün dilisin çağırsam suyu
uyanılmış uykusun bahçeyle konuşsam
eskiyen söz simya gibidir
taş, bakarsın, altın oluverir
hem yaşıyordum, hem yaşamıyordum
yeşil gibi, dikey gibi, ses gibi
ellerin bana öyle gereklidir
bilinmedik sokaklara çıkardım
ben yağmurun kum saatiyim
nice göğün düşüp öldüğü yerde
taşın ilkçağıdır yüreğim
kazdı durdu bahçemizi bunca yıl acı
umutsuzluğumuz insan kalmak içindi
gizdi soyluluk veren yaşama
ancak kendi bulduğumuzu anlayabiliriz
bu da bağımsızlık ve yalnızlık demektir
yirminci yüzyılı yaşadım
tedirginliğimizin zorbalığıdır sanrılar
ve tohumun beklenmedik gürültüsüyle
çıplak su gibi yinelenir zaman
gök yüzünde usumuzun dirliği
bu gürül gürül otların yanı başında
ağacın gölgesine değdi değecek
tam şeftalinin kokusu başlarken
öpüşmeye kıl kadar bitişik
akarsuyun burnunun dibinde
bu zulüm, bu haksızlık, bu işkence
sevdiğim çiçek adları gibi
sevdiğim sokak adları gibi
bütün sevdiklerimin adları gibi
adınız geliyor aklıma
ben yağmurun kum saatiyim
nice göğün düşüp öldüğü yerde
taşın ilkçağıdır yüreğim
yüreği tedirgin eden bilgelik