22.06.2012

sokaktaki adam

attila ilhan

romancı, romanını “bir şeyler anlatan laf dizisi” olmaktan çıkarmadıkça, çağdaş çizgiyi yakalayamaz.

sokaktaki adam'da hareket ögesini, psikolojik ögeyi, romantik ögeyi tıpkı senaryoda olduğu gibi dengeli olarak kullanmaya çalıştım ve gerekli gördüğüm yerlerde hareketi planlara ayırdım; hatta decoupage yaptım. bence yirminci yüzyılın romancısı, okuyucusunun bir sinema seyircisi olduğunu bir an bile hatırından çıkarmamalıdır. bu yönden baktınız mı, sokaktaki adam cinematografique bir romandır. içleme iyice sindirilmiş, söylev ya da monolog olarak değil, hareket ve eylem olarak deyimlenmiştir.

unutma ki köylü toplumsal anlamda bir kere dağınık, ikincisi gerici, üçüncüsü bilinçlenmeye, en elverişsiz (ilkel bir üretime bağlı olduğu için) bir zümredir.

bizim meslek adamı yaşatmaz ama, öldürmez de.

ben hiçbir şey kaybetmem. çünkü hiçbir şey kazanmam. kazanmayanların kaybedecek şeyleri yoktur.

canımı sıkmayan şey yok. bu oda, şu divan, vereceğiniz para, şu pencere, siz ve her şey! ben insan haline gelmiş sıkıntıyım. dünya da vız gelir bana, kendim de vız gelirim. parayı verin, cehennem olup gideyim.

insanlar böyledir zaten, kendilerine ait oldu mu, her şeye kuş kondururlar. sokakta bir herif, bir kadınla yatar, fuhuş olur; kibar bir yerde aynı şeye fuhuş değil aşk derler. her şey buna göre.

sözlerimi anlamadan dinliyordu. bu da öbürleri kadar aptaldı.

ben, belki de ölü doğmuşumdur.

yüksekkaldırım’da bir adam, tanesi kırk kuruşa, çocuk kemanları satar. çalar da bu çocuk kemanlarını; itiş kakış, kalabalık kıyamet arasında, marifetini gösterir. ince bir ses, kulaklarınızı tırmalar. sebebi anlaşılmaz ve sual sorulmaz: bu adam, neden başka yerde değil, illa yüksekkaldırım’da kemanlarını satar? başka bir tarafta, aynı kalabalık, aynı patırtı yok mudur? vardır elbette! o nedense buranın adamıdır. her geçişinde onu takdir eder; fakat asla bir keman almazsınız.

siz hiç hakemin takdir edildiği maç gördünüz mü? ben asla! çünkü, ben hakemim.

eski zamanlar şimdikilerden iyiydi diyenlere inanmayınız. gelecek zamanlar, şimdikilerden iyi olacak diyenlere de inanmayınız. onlar kendilerini avutmak için konuşurlar. geçmiş, gelecek derken, kafalarında billurlaşmış hiçbir fikir yoktur. birincileri birbirlerinin tansiyonları ile ilgilenir ve ahmakça şeyler anlatırlar. ikincileri ise, birbirlerine sadece kızar ve kıskanırlar. anlattıkları, önünde sonunda, ötekilerinki kadar ahmakçadır. “evvelce bolluk vardı” lafı ile “ille de bolluk olacak” lafı arasında, çok mu fark buluyorsunuz? ben bulmuyorum. her ikisi de yalandır. onun için ben her ikisine de inanırım. yoksa şimdiki kıtlığa nasıl dayanabilirdim?

ruhsar: en inandığım babamdı, onu da anamla yatarken gördüm.

susmak, aptallığın değilse bile, iyi niyetin işareti sayılır.

sen beni sevmiyorsun. sevmeyi de düşünmedin. daha doğrusu düşünemezsin. kimse düşünemez. herkes, başkaları böyle yapmışlar diye, gider birine balta olur, yatar. iş, yatıncaya kadardır. ondan sonrası, bu sıkıntılı ilişkiyi bozmak için, iki tarafın öküzce çareler araştırmasından ibarettir.

kim aşkın aleyhinde atıp tutarsa, garanti aşıktır.

aşk yatağa düştüğü anda, bütün kadınları fahişe, bütün fahişelerinse erkek olduğu bence malumdur.

siz belki bilir, belki bilmezsiniz; aslında en çok yaşayanlar, ölülerdir.

bak, göreceksin; bu acı bizi ya adam edecek, ya da çıldıracağız. topumuz birden çıldıracağız.

sana bir şey söyleyeyim mi? apaçık bir şey: bu harpten kimse sağ dönmedi. onlar canlarını kaybettiler; ama ruhları sağ, aramızda dolaşıyor, yaşıyorlar. ya biz? bin beteri; biz ruhlarımızı kaybettik. milyonlarca ceset.

aslında her şeyin amatörü insana sıkıntı verir, edebiyatınki, bir de tüy diker. hele, fakülteli olursa! çünkü, hiçbir şeyi beğenmemek ya da her şeye hayran olmak küstahlığını yapmaya, kendinde hak görür.

konserde poz almak, bütün kitapları bir sahifesi işaretli bırakmak, bütün filmler boyunca artistlerin yalnız ne giydiğine dikkat etmek, insanı yalnız iyi cins ukala yapar. hatta, iyi cins bile olunamaz. iyi cins ukalalar, orospuluk eğilimlerini tuvale yansıtabilenler; başarısız çapkınlıklarını, şiirlerinde, romanlarında tamamlayanlardır. ötekilerine gelince, onlar için sadece hayran olmak ve kirletmek vardır. bunun da biçimini cins ukalalar tayin eder. can sıkıcı bir millet.

acı çekmiş bir çocuğa benziyorsun.

herhangi bir adam senelerce uğraşsa mutlaka şiir yazar. ya da, şair senelerce şiir yazmazsa, bu kabiliyetini kaybeder, mutlaka.

insanların arasında, salyangozlar gibi, yalnız gemiciler ve çingeneler evlerini beraberinde taşır.

hiçbir vakit tamamlanmıyor aşklar, yolculuklar, kıskançlıklar ve acılar.

ben başlangıçlarım insanıyım.

neden başladığım her şeyi tamamlamak beni iğrendiriyor?

acımak, başkalarının halini görüp, adamın haline şükretmesi demektir. onun için, sana birinin acıdığını anladın mı, içerlersin.