denis guedj
ömer hayyam 18 haziran 1048'de iran'da, doğan güneş ülkesi horasan'ın küçük bir köyünde dünyaya geldi. çadır satan babasının adı abraham'ın arapçadaki karşılığı olan ibrahim'di. ömer şair olup kendine bir ad seçmek zorunda kalınca "el-hayyam"ı (çadırcının oğlu) tercih etti. çok uzun seyahatlerin yapıldığı ve kervanların çok bol olduğu bir dönemde iyi bir işti çadırcılık. ibrahim oğlunu nişabur medresesine gönderdi. ömer kısa sürede dostlar edindi. özellikle abdülkasım ve hasan'la çok yakın dostluk kurdu. ayrılmaz bir üçlü oluşturdular. gençler birlikte güzel günler geçirdiler, hem okudular hem eğlendiler. dünyanın gelmiş geçmiş bütün öğrencileri gibi sonu gelmeyen şenliklerde çılgın geceler yaşadılar.
bu çılgın gecelerden birinin sonunda, üç arkadaştan hangisi olduğu bilinmeyen biri öbür ikisine bir anlaşma önerdi: "sadakat yemini edelim. üçümüz de bir ve eşitiz. sürmesi gerekir bunun. hangimiz ilk önce şöhret ve paraya kavuşursa, ötekilere yardım edecek." ant içtiler.
ilk önce üne kavuşan abdülkasım oldu. "nizamülmülk" adıyla sultan alparslan'ın veziri oldu. iki arkadaş onu görmeye gittiler. kendilerini bağlayan anlaşmayı unutmamıştı.
nizamülmülk ömer'e sarayda önemli bir görev teklif etti. ömer kabul etmedi: "ben iş istemiyorum, bana yapabileceğin en büyük iyilik ihtiyacım kadar öğrenmeyi sürdürmem için gerekli olanakları sağlamak olabilir." nizam ona sürekli bir gelir sağladı ve isfahan kentinde bir gözlemevi kurdu.
sıra hasan'a geldi. hasan nizam'ın teklif ettiği görevi anında kabul etti. zeki ve kültürlü biri olan hasan kısa sürede sultan'ın takdirini kazandı. ama nizam'a karşı fesatlıklar düşündü ve göz koyduğu yerine geçmek için entrikalar çevirmeye başladı. uyanık ve zengin bir haberalma ağına sahip olan vezir, hasan'ın teşebbüslerini sonuçsuz bıraktı ve onu ölüme mahkum etti. ömer, sultan'dan, hasan'ın hayatını bağışlamasını rica etti. hasan kentten kovuldu. ne var ki, intikam yemini eden nizam'ın adamlarından kaçmak için sürekli yer değiştirmek zorunda kaldı. kendisini izleyenlerin ulaşamayacağı güvenli bir yer aradı.
hazar denizinin güneyinde elbruz yükselir; en yüksek noktası 6000 metreyi bulan uzun bir dağ zinciridir elbruz. hasan bu dağlarda küçük bir kale bulunduğunu öğrendi. oraya sığınmaya karar verdi.
küçük bir arkadaş grubuyla yola çıktı. karlar ve buzlar içinde, son derece tehlikeli yollardan, dar boğazlardan, dolambaçlı geçitlerden geçtikten ve günlerce yol aldıktan sonra hasan dağın tepesinde gerçek bir kartal yuvası gördü. alamut kalesiydi burası! buzlu sularla dolu çukurlarla çevriliydi. içeri girebilmek için tek bir yol vardı: sivri tepeli dar vadilerin üstündeki bir iner-kalkar köprü.
hasan, bakar bakmaz, kalenin fethedilemez olduğunu anladı. kaleyi fethetmeye karar verdi. ama fethedilemez olduğundan güç kullanarak yapamazdı bu işi. yandaşlarına gizlenmelerini emrettikten sonra, tek başına gitti ve kumandanla görüşmek istediğini bildirdi. köprüyü indirdiler ve hasan geçer geçmez de tekrar kaldırdılar. hasan şunları söyledi kumandana: "yanımda bir öküz postu getirdim." postu serdi. "bana sınırları bu postla belirlenebilecek büyüklükte bir arazi satarsan 5000 altın vereceğim sana."
kumandan kulaklarına inanamadı. altınları görmek istedi. hasan altınları gösterdi. kumandan altınları saydırdı: 5000! akıldan yoksun biriyle iş yapacağına inanarak öneriyi kabul etti: "bana bu altınları ver, ben de sana derhal istediğin yeri vereyim." köprü tekrar indirildi. hasan kale duvarlarının dibine doğru yöneldi, parmağını yere doğru uzattı. ama öküz postunu, işaret ettiği yere sermedi, buraya bir kazık dikti, uzun bir bıçak çıkardı, postu ince parçalar halinde doğradı, bu parçaları uç uca bağladı, deriden bir ip oluşturdu, ipin bir ucunu kazığa bağladı. öteki ucunu tutarak duvar boyunca ilerlemeye başladı. kısa sürede kalenin çevresini dolaştı. kaleyi deri iple çevirmiş oldu böylece. kale onundu! zaten arkadaşları da durumdan yararlanarak kaleden içeri girmişlerdi. eski kumandan 5000 altını alarak kaleyi terk etti.
hasan kaleye yerleşir yerleşmez büyük değişiklikler yaptı. karanlık duvarların arka tarafında, kalenin uzak bir köşesinde, gözden uzak bir yerde gerçek bir cennet kurdu! büyüleyici bahçeler, billur gibi dereler, korular, çiçeklikler. gözü gibi koruduğu gerçek bir zevk ü safa bahçesi. birkaç yakını dışında kimse haberli değildi bu yerden. hasan için çok özel işlevi olan özel bir yerdi burası.
hasan büyük bir titizlikle 20-30 kişiden oluşan bir grup oluşturdu. bu grupta yer alan gençler bütün doğuda enerji ve silahşörlükleriyle ün salmıştı. bu gençler alamut'a götürüldü ve orada aylar boyunca ağır eğitimlerden geçirilerek her türlü dövüşe hazır savaşçılar durumuna getirildiler. eğitimlerinin son gününde hasan büyük bir ziyafet verdi onlara. yemeğin sonunda bol bol uyuşturucu verildi kendilerine. çok büyük ölçüde uyuşturucu içeren bir ottu verdiği. savaşçılar derin bir uykuya dalınca zevk ü safa bahçesine götürüldüler. ertesi gün uyandıklarında gözlerine inanamadılar: cennetteydiler! her birinin başucunda, kendilerini okşayarak uyandıran çok güzel bir kız olan bir cennetti burası. en çılgın düşlerinde bile beklemedikleri bir eğlence günü başladı onlar için. akşam, bahçede gene büyük bir ziyafetten sonra, tuhaf etkileri olan o ottan verildi kendilerine. sonra da odalarına taşındılar hepsi.
uyandıklarında müthiş bir coşku içindeydiler, hiçbir şey durduramıyordu onları; güzel ve tatlı kızlara, sevgilerine, muhteşem meyve bahçelerine, binbir renkli kuşlara, yemeklere, meyvelere, şaraplara doyamıyorlardı. bir düştü bu. ama son derece yoğun, son derece gerçek bir düş. hasan rahatlatıyordu onları. bütün otoritesiyle, gördüklerinin hayal olmadığına, cennetin ta kendisi olduğuna inandırıyordu. ve kendinden son derece emin bir tavır içinde bu cennete yeniden döneceklerini garanti ediyordu. ama, başarılı olmak için haftalar boyunca hazırlık yaptıkları o verilen görevler uğruna öldükleri takdirde dönebileceklerdi bu cennete. ve bu görevler için hemen ertesi gün hareket etmeleri gerekiyordu.
hangi görevler?
hasan çok değişmişti; yasaklı biriyken, bir mezhebin, ismailiye mezhebinin çok güçlü lideri oldu. vezirler, halifeler ve sultanlar inançları dolayısıyla ismailiyelilerin peşine düşmüşlerdi. hasan da amansız bir savaş açtı bunlara, bu dünyanın önde gelenlerini yok etmeye karar verdi. silahı, gösterdiği hedeflere doğru gönderdiği bu genç fedailerdi. bunlar her türlü tehlikeyi göze alıyorlardı, ölümden korkmuyorlardı. ölmek istiyorlardı; ölüm, hasan'ın kendilerine vaat ettiği cennete giriş belgesiydi. hedeflerini hiç şaşırmadılar.
görevlerini yerine getirmeden önce bu bitkinin, haşhaşın içerdiği uyuşturucudan bol miktarda tükettikleri için ya da bu cennet delileri hasan tarafından gönderildiğinden "haşhaşiler" adıyla anıldılar.
bir sabah, vezir nizamülmülk krallık ordugahının ortasında, çadırında bıçaklanmış halde bulundu. eski gençlik arkadaşı hasan sabbah'ın gönderdiği haşhaşi de hemen oracıkta öldürüldü. cellat kafasını keserken, bir an önce vaat edilen cennete kavuşacağı umuduyla gülümsüyordu haşhaşi.
hasan, ilk kez girdiği günden beri terk etmediği alamut kalesindeki yatağında öldü. "şeyh-ül cebel"den, yıllarca korku ve endişeyle söz edildi.
hasan'ın hayran olduğu tek insan hayyam'dı. dostuydu, ölümden kurtarmıştı onu ve büyük bir bilgindi. defalarca alamut'a gelip yerleşmesini istemişti ondan. arkadaşının, istediği bütün yapıtları bulabileceği muazzam bir kütüphane oluşturmuştu. hayyam reddetti. tıpkı ısrarla saraya yerleşmesini isteyen sultanı reddettiği gibi. buna karşılık yeni takvimin hazırlanması etkinliğine katılmayı kabul etti. hayyam arap dünyasının en büyük astronomlarından biri olmuştu. bunu kendi niteliklerine olduğu kadar, nizamülmülk'ün isfahan'da kendisi için kurduğu gözlemevine de borçluydu. arap dünyasında uzun yıllar "hayyam'ın takvimi"nden söz edildi.
hayyam aynı zamanda müneccimlik yapıyordu. doğum ve ölüm tarihinin tam olarak bilinmesinin nedeni de budur; o dönemde çok az rastlanan bir şeydir bu. hayyam bir gün öğrencilerinden birine mezarının kuzeyden gelen rüzgarlara açık ve ağaçların çiçeklerini yılda iki kez döktükleri bir yerde olacağını söyledi.
aradan oldukça uzun bir süre geçtikten sonra, öğrencisi nişabur'a gidip şairin ölümünü öğrendiğinde, nereye gömüldüğünü sordu. onu, hayyam'ın gömülü olduğu yere götürdüler. mezar, sürekli rüzgar alan bir bahçede, şeftali ve armut ağaçlarının dallarını sarkıttığı alçak bir duvarın dibindeydi. mezar taşının üstünde soluk çiçek motifleri olan iki halı vardı.