18.06.2012

unutma bahçesi

latife tekin

bomboş unutabilsek, unutmadan yanayım ben.. ama unuttukça insanın anıları çoğalıyor.

doğru, kuşlar gibi uçulmaz, balıklar gibi uçulur, anıların derinliklerinde demişti.

ölüm, sihirli sözcüğü onun. rujunu tazeler gibi ölümden söz eder. böyle süsleniyor, ifadesine ölümün bilinmezliği sinecek.. unutmanın canlılık getiren bir rüzgar olduğunu ben söyledim ona. benimsemiş bunu; yakında unutur, kendi düşüncesi sanmaya başlar.

biriyle tanışacak olduğumda, o beni görmeden ben ona gizlice bakarım önce.

ilk bakışın gücüne inanırım ben. o zaman, karşımızdaki insanın ruhu bir kereliğine, asla unutamayacağımız biçimde, en gizli köşelerine kadar aydınlanıyor.

internet yalanın umuda dönüştüğü yerdir, umudun yalana..

beni de, insanların topluca ve hızla alıştıkları şeyler ürkütüyor, yalan değiştokuşu yapmaya yarayan ortamlar yaratmaya olan hevesleri..

unutacağımız hiçbir şey kalmayana dek her şeyi unutabilsek tanrıyla karşılaşacağız ama oraya kadar unutmayı beceremiyoruz bir türlü.. insan iniyor aşağı; ama bir noktada soluksuz kalıp yukarı sıçrıyor.

yerinde bir soruyu sormanın da uygun düşmeyeceği durumlar vardır.

ağzımdan dökülen her söz kulağımda yer edecek olsa.. işitmeye katlanamazdım bütün o sözleri. hepsi birden aynı anda ses verse..

işlerini iyi yapmadıklarını gördüğümde sinirleniyorum, yaptığı işe kendini veremeyen insanları sevemiyorum.

akıl, beklenmedik durumlarda sahibini koruma telaşıyla olmadık düşüncelere kapılır, insan mantık filan gözetemezmiş o zaman.

bir neden olmasa da, buraya yeni gelen kişilere kötü davranır hep. herkes de kapısını zorlamıyor. ilk birkaç gün konuşmaz hatta, kaçar onlardan, yemeğini evinde yer. acaba bizi istemiyor mu duygusu yaratır insanlarda. bir ürküntü nedeniyle tanışma zorluğu yaşadığını, yoksa kendini böyle her gelenden saklamayacağını düşünüp önceleri onun adına üzülmüştüm. sonra içimde bir sezgi uyandı, özellikle yapıyor bunu, bilerek, insanların hareketlerine bir ölçü gelsin diye. başka türlü burada eşit ilişkiler içinde olamayız.

avcıların çoğu doğa dostudur, sevmeyi bilmediklerini sanma, yanılmış olursun, sevgi vardır onlarda. avcının sevgisi bir hayvanı vurmasından sonra ortaya çıkar.

bıraktıkları mesleklerini, geldikleri yeri, hatta adlarını bile saklayanlar var ama cep telefonları hiç susmuyor. istemedikleri hayatlarıyla haberleşiyorlar sürekli, ya unutamaz da geri dönersek kaygısıyla sanırım. gölün çevresinde, birbirlerini görmüyorlarmışçasına, esnek adımlarla, bir elleri yitik, bir elleri düşeceklermiş gibi öne eğilmiş başlarına yapışık dolanıp durmalarına uzaktan bakıyorum. buraya kendilerini hatırlatma ayinine gelmişler gibi bir hava çarpıyor yüzüme. kaygıyı da aşan duygularla ilişkilerini koruyup bekletmeye alıyorlar. unutma isteğiyle dolanların, unutulmaya hiç de razı olmadıklarını görmek beni sarsıyor.

insan aldığını silen bir varlıktır, yalnızca verdiğinin hesabını yapmayı bilir.

korku hayvanı akıllandırır, insanı aptallaştırır.

bir gün düşünmüştüm, topluca yok olup gitsek dünya ne kaybeder, hiç..

yaz unutma mevsimi; kış, anımsama.

pelin özer: bilinçli bir unutamamışlık, şaşkın unutkanlıktan iyidir.

pelin özer: bir kitabı yazmaya ancak onu unuttuğumuz an başlarız.

boş arzu sonunda boş pişmanlıkla
el ele gidince ölüme, her şey boşlaşınca
ne dindirebilir ki unutulmamış acıyı
ve öğretebilir unutmamışa unutmayı

altın çağ sona erdiğinde insanlar üç gruba ayrılmış. bir grup güneşin doğduğu yöne gitmiş, bir grup güneşin battığı yere.. bir grup da su aşırı derinliklere inmeyi tercih etmiş..

unutmak: insan her gün gördüğü yüzler arasından bir yüzü seçip unutmak isterse, bir varlığın, içine işleyen duygusundan sıyrılmaya çalışırsa başarısızlığa uğrar, o yüzü ve o varlığı çevreleyen her şeyi, sesinin ulaştığı, titreştiği genişliği, bakışlarının derinliğini, gezip dolaştığı yerleri, gidebileceği uzaklıkları, sığdığı ve taştığı her şeyi unutması gerekir. unutmak, insan için, bütün bir zamanı unutmakla olanaklıdır. bir bakışı unutmak istediğimizde, büyük bir yitimi göze almak zorundayız. ancak böyle bir yitimin neden olacağı yıkımın altından kalkabilirse, insanın yeni bir yaşamı olabilir ve insan bu yeni yaşamına çok derin bir bilgiyle, kaybın bilgisiyle sahip olur.

anımsamak: nasıl bir şeyi onu çevreleyen her şeyle birlikte unutuyorsak anımsamak da böyledir. bir anının ışığı, başka bir anıyı aydınlatıyor ve bu aydınlık bölge, bir leke biçiminde zamanın içine yayılıp genişliyor, bir sözcük, titreşimiyle başka bir sözcüğü harekete geçiriyor. birbirine bağlı metal parçaların, bir dokunuşla tınlamaya başlaması gibi. anımsama, bir an için geri dönmek değildir, kendimizi, geçmişte elinden sıyrıldığımız ölümün kucağında bulmamız demektir; bir şey unuttuğumuzda değil bir şey anımsadığımızda ölüm aklımıza gelir; çünkü anılarımız ölümün de anıları..

değil: unutmak için gittiğiniz bir yer düşleyin. bu yer dünyaya benzemesin. toprak bile olmasın, gökyüzü, ağaçlar yok. yolculuk etmeden hep buraya gidin sonra, ışınlanır gibi. açıktasınız ama sonsuzluk hissi veren bir derinlik içinde, genişlik ortasında değil. giyiniksiniz ama elbiseniz sizin deriniz, etinize acıyla yapışmış bir deri değil bu, hafif pütürlü, esnek, mat. dışarıdan görülebilen tek şeyin kendiniz olduğu bu yerin rengine bürünmüş olun, görülmedik bir renk olsun bu da. sadece üzerine yaslanır gibi oturduğunuz bir yükseklik var, hiçbir şey yok başka. yine insan gibi biçimlisiniz. herhangi bir şeyi unutmak için insanın kafasında bir zıtlık oluşturması gerekir, düşünerek yapamazsınız bunu. düşünceler kaçmaya çalıştığınız yere ve zamana aittir, gidin. unutmak için, kendinizi olmayan bir yerde düşleyin.