atilla atalay
susmayı önce hangimiz başlattı, hatırlamıyorum. ama sustuk işte. şahsen ben güzel susarım. o da fena susmuyor. oysa söylenecek epey şey var. yani, "artık konuşulacak bişeyimiz kalmadı" zamanımızda diiliz. ama, ben sözcüklerimi tamire verdim. içleri boşalmış, anlamları kırılmış, üzerlerine frekans kirliliğinin isi sinmiş. öölesine, boş boş uçuşuyorlar havada. içlerinden birkaç tanesini yakalayıp o'na söylesem.. "saatlerimiz şu anda on altı kırk ikiyi gösteriyor, dışarıda kırkikindi yağmurları yağıyor. ve vee ben sizi çok seviyorum.." ha sittiriyim ordan yaa. insan, çok değil, bir tanecik sevgi sözcüğü söylemeye kalksa, salak bir program sunucusunun frekansına giriyor.
ya boş bulunup o benden önce söölerse. hafif ööle bi hali de var sanki. demin gözlerini kısıp burnunu kırıştırarak bişey sööliycekmiş gibi yaptı. sakın kızım, sakın ha! ne güzel susuyoruz şunun şurasında. hem o mimiği de yapma. hülya avşar mimiği o. aslında farkındayım, arada bir ben de, şarkıcı rafet el roman'ın "sorma nedenn" dediği andaki mimikten yapıyorum. belki de önceden benim mimiğimdi o. sonra iş yerinden bi teyze, "ayy tıpkı ööle yapıyosun" dedi. hıyar teyze. tabii ya, mimikler de gitti elden. ama bunun sonu yok, belki de bu bir paranoyadır. ne yani uzaylılar gelip gizlice yüz sinirlerimizi ve beynimizin konuşma merkezini ele mi geçirdi şimdi? hayır. peki bu bir nedir? bilmiyorum; sadece içimden konuşmak gelmiyor. şu anda konuşursak kirlenicez sanki. yer yer mora dönmüş, sarılı yeşilli yapışkan bi şey saçıcaz ortalığa. "yok canım, selpak almak istemiyorum, almıyım ben o kağıt mendilden." git hadi çocuk. ya da gitme. ablanla geyik çevir, üç saattir konuşmuyoruz, daral gelmiştir kıza. sana, adını, memleketini felan sorsun. şimdi anlatamıycam ama, ben konuşursam yapışkan bir şey sarıcak ortalığı, kağıt mendil felan çıkarmaz onu.
"noolur kağıtmendil al abi"ci çocuk, "ablasıyla" konuşamadan, çay bahçesinin garsonu tarafından okkalı bir küfür eşliğinde uzaklaştırıldı. ben de içimden garsona sövdüm. aslında, yalnızca sevgi sözcükleri değil, arada bir küfür de anlamını yitiriyor. ne ki şimdi yani. oysa ben eskiden, gizli ya da açıktan küfür edince belli belirsiz bir rahatlama hissederdim. galiba önce askerde anlamsızlaştı. erat gazinosunun sota muhabbetlerinde, eğitimde, ranza geyiklerinde, her yerde öyle çok küfürleşiliyordu ki, ama içinde hiçbir hınç yoktu. çok doğalmış gibiydi. "napıyon, bilmemneyine bilmemnaapiim?" yanıt da aynı doğallıkta, "hiç işte bilmemneyine bilmemnaapiim." ama bi dakika. doğrusu, küfür erbabı, "sevgi işine girmiş" salak gazeteci ve televizyonculardan daha yaratıcıdır. örneğin, "konuşma lan bi tarafımın anteni, kurmakolu vb." gibi küfürlerde enikonu bir incelik, alttanalta tuhaf bir düşgücü var. birinin ağzının tavanına salıncak kurup sallana sallana abdes bozmayı kim nasıl düşlemiştir acaba? yok ama yok, küfürün bile daha içten sahici bitarafı var gerçekten. ama bunun şu anki suskunluğumuzla bir ilgisi yok elbette. yani, ben o'na sevgimi, duyumsadıklarımı dj terminolojisinin dışında anlatabilmek için, kalkıp sunturlu bi küfür etmiycem heralde. "kalbimin anteni, yürreğimin kurmakolu" bööle laflar da olmaz.
gülmüşüm. düşündüklerimden olmalı. "niye güldün?" diye sordu. ya da ona benzer bişey söyledi. dedim ya, o çay bahçesinde sözcük bulunmuyordu; örtünün üstündekiler, bardak kenarında yapışıp kalmış olanlar.. başkalarınındı, önemli diildi, ben onları duymuyordum. ama şimdi, yani, deminden beridir ööle güzel susuyordu ki. biraz önce kurduğu ufacık cümle, artık her neyse o, işte o bile suskunluğunun güzelliğini bozamazdı. insana bööle güzel susmayı psikolog dr. acar, zuhal baltaş çiftinin "vücut dili" kurslarında, "sevgilinizi avcunuzun içine alın" konulu telefon hatlarında, hiç ama hiçbir yerde öğretemezlerdi. susuyordu işte be, ilahe gibi susuyordu kız. hiç bi yerlerden bakmadan, kendi kendine susuyordu. ardından yine "nooldu nevar" gibisinden gülümseyerek kafasını iki yana salladı. içimden bir şey kurtuldu sonra. neydi bilemedim, dilimin ucuna doğru, yaka yıka ilerlerken, içimin biyerlerinde yetişip, tutamadım. kulağım, ağzımdan çıkacak şeye dikkat kesildi. o'na "fintasfenkinör" diye bişey sööledim. bişey işte. ööle yani, ne biliyim.
ağzımdan çıkanı kulağım duyduğunda, ben, kendimce ne demek istediğimi anlamıştım. peki ya o? anladı lan, vallahi anladı. rengini çözemediğim gözlerinden tuhaf bir ışık gelip geçti, gülümseyerek başıyla onaylarken "fintasfenkinör" dedi. sonra.. sonra yine sustuk.