oğuz atay
turgut, korunmasını bilen bir iş kovalayıcısıydı. bilinmeyen kurallarla yönetilen bu ülkeye her girişinde, ürkütülmemesi gereken yaratıkların beklenmeyen davranışlarına saygı gösterirdi. yapmacık sabrını sonuna kadar sürdürürdü. koridorda, dairenin sabah mahmurluğunu üstünden atmasını bekliyordu. önünden geçen her memuru saygılı bakışlarıyla süzüyordu. belli olmaz; kimin nerede ne işe yarayacağı hiç belli olmaz. sonra, bana aldırmıyordun ama ağıma düştün işte bakışlarıyla karşılaşıverirsin birden. garip ve mistik bir hava vardır; görünüşe aldanmamalıdır iş sahibi denilen cüce yaratık. hademeler süpürüverir insanı. elini hiçbir kağıda uzatmayacaksın. on emrin birincisi budur. söze erken başlamayacaksın, hiçbir düşünce ileri sürmeyeceksin, hiçbir şey bilmezmiş gibi görüneceksin, garip şekilde giyinmeyeceksin, ellerini masaya dayamayacaksın, seni baştan savmalarına yol açmamak şartıyla kendini acındıracaksın, gülümseyeceksin, bekleyeceksin.. ve hiçbir zaman ümide kapılmayacaksın. işte beklediğin memur merdivende göründü. hemen yanına gitmeyeceksin. bekledi. sabırla, odaya girmesini, masasına yerleşmesini ve güne alışmasını bekledi. odaya girdi. allah'a emanet ol, oğlum turgut. memurlar, masanın iki tarafında, değişmeyen yerleri aldılar. önce turgut'un yüzüne bakılmadı; onun sorması beklendi. küçük bir zaman kazancı. beni deniyor. boğazı temizle, öksür: fazla genç olduğun izlenimi bırakma. buyrun, bir şey mi istediniz? ne olağanüstü bir ülkedir! bir şey mi istediniz, derler. çünkü, esrarlı ve bu dünyanın insanlarının akıl erdiremediği işlerle uğraşırlar.
işim olmasaydı, bu soruna karşılık sana iki perdelik bir moliere oynardım ki.. ve alınmayacaksın hiçbir sözden. anlatacaksın. daha bir dakika önce, yanındaki arkadaşına seslenir gibi alçak bir sesle, omzunun üstünden aşarak seslendi: "şükrü efendi! bana bir çay getir." evet ne istiyordunuz? şimdiye kadar söylediklerini dinlemedim; çünkü çay içmemi beklemedin; bu nedenle, yeni baştan anlatman gerekiyor, demek istiyor. ne kadar özlü konuşuyor değil mi? ayrıca, öksürmenin yararı dokunmadı, beni genç gördü. ilk sözlerle baştan savmak istiyor. sanıyor ki ilk sözü bana söyletmekle: "evrakın sizde olduğunu söylediler." gibi yanlış bir cümleyle başlayacağım ve beni en aşağı, iki oda kadar öteye savuracak. belirsiz başlangıçlardan yararlanmak istiyor. bu kanlı savaş, dışardan hiç belli olmuyor değil mi? işte al sana kesinlik: yazının tarih ve numarası. yalnız, bu başarıyla sarhoş olmamalısın. evrakın ona havale edildiğini hemen söylemeyeceksin. yazı işlerine gittim zimmetle size gönderdiler diyerek, ilk dakikadan onu bunaltmaya gelmez. kendisini çok çaresiz görürse, ümitsiz hareketler yapabilir. mesela: "bir dakika" der, çıkar odadan, bir daha koydunsa bul. nazlı masal kuşlarıdır. ürkütmeyeceksin.
belki biraz daha beklemeliydim. ne dersin? bir iki iş sahibi gelse. onları terslese. ben bir köşede durup bakışlarımla ona hak versem? adamlar gidince de önce şundan bundan konuşuruz: bir iki basit hastalık filan. bir ilaç tavsiye ederim. yalnız, fazla ileri gitmeye gelmez. olmayacak bir şey ister insandan. ikmale kalmış kızının fikir hocasına gidip iltimas yaptırmak gerekir; gel de işin içinden çık. fazla kibarlık da etmeyeceksin.. kibarca atlatıverirler seni. bunları düşünüp, karşılıklı oyunlar oynamakla harcadığımız enerjiyle kimbilir kaç tane elektrik santrali çalışırdı? efendim?
uzun uzun, tarih ve numarayı inceliyor. sanki hayatında tarih ve numarayı ilk defa görüyor. selim olsa, bir cinayet çıkardı. budist olacaksın: ağaç, taş, bu münasebetsiz memur ve turgut özben. kaynaşıp gideceksin. işi cahilliğe vuruyor. böylece hem zaman kazanıyor, hem de sabrımı deniyor. sonra saf saf başını kaldıracak, ben bundan hiçbir şey anlamadım, diyecek. cahilliğine aldanmayacaksın, hemen atılıp anlatmaya kalkmayacaksın. öyle bir anlamıştır ki küçük ve önemsiz bir yanlışını yakalayıverir senin. bilgisizliğini yüzüne vurur. küçümser seni. çileden çıkarmaya çalışır. bu kadar okumuş, tahsil görmüş, daha bir dilekçenin nasıl yazıldığını bilmiyor, der bakışlarıyla. masasının gözünden talimatnameler, nizamnameler, kanunlar çıkarır. maddeler denizinde boğar seni. bir işin nasıl yapılacağından çok nasıl yapılmayacağını gayet iyi bilir. gerçek olumsuzluğun sultanıdır. canım benim! şişman da değil ki biraz gevşeyebileceğinden ümitli olalım. zayıf, sinirli ve orta yaşlı. eski usul bıyık bırakmış.
koyu renk elbisemi giymeliydim. gençliğimi kızgınlıkla karşılar belli etmeden. öksürüğümü de beğenmedi. şartnamenin unutulmuş bir maddesiyle öyle bir saldırır ki müdürler bile çekinir böylelerinden. yapamam efendim, der; sonra mesul olurum. müdür diyor ki mukavelenin ruhuna aykırı bir taraf yokmuş. müdür bey böyle diyorsa kendi imzalasın: benim parafıma ihtiyaç yok. müdür bey, memur arkadaş dedi ki sizin imzanız yetermiş. ne demek efendim? imzalasın. vazifesi. çağırın bana. müdürle memur arasında sıkışacağını düşünmek turgut'u terletti. önce size havale edilmiş necati bey, neden paraf etmediniz? susun! moralimi bozmayın. uykusuzluktan olacak. boş yere kendini korkutmayacaksın. selim'in olumsuzluk meleği nihat, dairede nasıl bir adamdı acaba? bu adammış. selim öldü nihat bey: imzalayın artık. olmaz. babam mezardan çıksa imzalamam. ne korkunç adamsınız. yalnız çiğ et mi yersiniz? masaya fazla yüklenmişim: biraz geri. bazıları, masanın başında durup dikilmeye sinirlenirler. çok duyarlı bünyeleri var. en küçük bir hareket baskı oluyor. gözlüklerini burnuna indirmiş, elleri düzgün. yalnız kağıt tutmuş eller. memur sınıfı diyorlar.