şükrü erbaş
onlar, içlerine doğdukları sınıfın üstlerinden aktardıkları üstünlük ve güçle akıllıdırlar. çıkardıkları basit bir ses, kaba bir hece bile hakim olmanın otoriter rengiyle bir anlam, bir derinlik kazanır. bu yüzden, düşünmek bulutlardan haz almak kadar uzak, gereksiz ve boştur. sınıfsal tarihlerinden öznel tarihlerine kalan biricik miras, bedenlerine ve bencilliklerine ayarlı bir içgüdüyle yalnızca tüketmektir. her hareketlerine hikmetler kazandıran budala aynalar karşısında, küçümsemenin şehvetiyle pervasızdırlar. doğru, onların inandıklarıdır. onlar ancak bir yüksekte dururlarsa vardırlar. yalnızlık derin uykularda konuk ettikleri bir yabancıdır; bir ince sızıyla gelir, bilmedikleri bir şeyleri duyurur ve terli bir ürpertiyle çıkıp gider.
toplumsal ütopyaları yoktur. bu yüzden bireysel tarihleri evleriyle sınırlıdır. kullandıkları eşyalar bile onlardan uzun ömürlüdür. dünya yalnızca kendileri için bir olanaktır, öldükleri gün bitiveren. haz ve yarar ancak birbirleri üzerinden açıklanabilen iki sözcüktür ömürlerini özetleyen. elbette insanları severler hakim olmanın lütfuyla. halka gösterdikleri ilginin içeriği, mülkleri ve konumlarında gösterir kendini. gülüşlerinin ardında bir ülkenin acısı ve yoksulluğu yatar. kime ne kadar eğilirlerse başkalarına o kadar serttirler. bulutlar, rüzgar, sular ve ağaçlar birer ruhsuz dekor, bir sıkıcı ayrıntıdır onların bahçelerinden geçmiyorsa. bilgiyi parayla, sevgiyi sahip olmakla, güveni kurnazlıkla değiştire değiştire, bir ucuz metaya çevirirler dünyayı. ne kadar uzağa giderlerse gitsinler kendi çukurlarının dışına çıkamazlar. incelik, güçsüz insanların icat ettiği bir kuruntu, bir yaşama külfeti; güzellik ise bir beden süsüdür onlar için.
tekniğin tüm yeniliklerini bilir ve büyük bir gösterişle kullanırlar. ama onun ardındaki düşünce süreci bir sıkıcı angaryadır. paranın satın alacağı bir şey için çaba göstermek ne büyük aptallıktır! tarih, dedelerinin duvarda sararmış fotoğraflarıdır, bayramdan bayrama üzgün ve hayran seyrettikleri. gazete bilgileriyle derinlik kazanırlar sığlığın dümdüz ettiği bir coğrafyada. kadın, para, tanrı ve ün, dört bıçaktır bedenlerinde, kişiliklerinin sentezini oluşturan. anlamak kıyas yapmayı, bağışlamak duygusal özdeşliği gerektirdiğinden katı, uzak ve dardırlar. sevgisizdirler, sevgi bilgi gerektirdiğinden. onlar odalarında bir kışı büyütürken, bir şehrayin gibi geçip gider camların dışında bahar.
onlar niteliksizliğin pazar kahyasıdır. onlar özgürlüğün talihsizliği, bir halkın kireç tutmuş beynidir. onlar bizim aynasında silindiğimiz zor, elimizle boynumuza astığımız taş, gözyaşımızdan içimize akan zehirdir. onlar bir gün kendi çukurlarında boğulunca, ancak o zaman dünyamıza iyilikler, güzellikler gelecektir.