samuel beckett
elveda demek zorunludur, zamanı geldiğinde elveda dememek budalalıktır. geçmiş günlerin ışığını, biçimlerini düşündüğünüzde pişmanlık duymazsınız ama pek düşünmezsiniz onları; neyle düşüneceksiniz ki?
hiçbir şeyi olmayan insanın dışkıdan hoşlanmama lüksü yoktur.
çürümek de yaşamaktır.
nedenini bildiğinizde her şey kolaylaşıverir, sanki sihirli bir değnek değmiştir. bütün iş, kendinizi adayacağınız azizi bulmakta; adamak, aptal bile olsa herkesin yapabileceği bir şey. ayrıntılara gelince, ayrıntılara ilgi duyuyorsanız eğer, umutsuzluğa kapılmanız için bir neden bulunmadığını söyleyebilirim, doğru bir kapıyı, doğru bir biçimde çalmayı başarırsınız sonunda. bütün söz konusu olduğunda çaresiz kalıyor insan. belki de ölümden önce bütün diye bir şey yok. ölülerin yaşamında avuntu bulmak kolay oluyor. o zaman ölümü arzulamak için ne bekliyorum?
şunu bunu ya da başka bir şeyi söylemişim, aslında pek önemi yok. söylemek uydurmaktır.
yaşamım, yaşamım, bazen ondan bitmiş bir şey gibi, bazen de hala süren bir şaka gibi söz ediyorum, ikisi de değil oysa; çünkü aynı zamanda hem bitti, hem sürüyor, hangi fiil zamanını kullanmak gerekiyor bunu dile getirmek için?
zaman zaman yalnız kim olduğumu değil, var olduğumu da unutuyordum, var olmayı unutuyordum. o zaman, varlığımı bu denli iyi korumamı borçlu olduğum şu kapalı kutu olmaktan çıkıyordum, bir perde kalkıyordu ve ben, örneğin kökler ve yumuşak huylu saplarla, çoktan kurumuş olup da yakılmalarını bekleyen kazıklarla, gece molaları, gün ağarışı beklemeleri ve kış onu şu rezil kabuklarından kurtaracağı için, kışa doğru şevkle savrulan gezegenin olanca çilesiyle doluyordum. ya da güvenilmez dinginliğiydim bu kışın, hiçbir değişikliğe yol açmayan erimesiydim karların ve olanca ürkünçlüğüydüm her şeye yeniden başlamanın.
çok azdı iştahım, kuş kadar yerdim. ama yediğim azıcık şeyi, çoğu kez yemek tiryakilerine yakıştırılan bir oburlukla tıkınıyordum ama bir yanılgı bu; çünkü yemek tiryakileri genelde, tiryakilik kavramının gerektirdiği biçimde, ağır ağır ve yöntemle yerler yemeklerini. oysa ben tek kap yemeğimin üzerine atılıyor, iki lokmada çiğnemeden yarısını ya da çeyreğini yutuyor, sonra da tiksintiyle kendimden uzaklaştırıyordum. yaşamak için yediğim söylenebilirdi.
insan neyse odur, en azından kısmen odur.
anneme doğru savrulduğumda, bir kadın durdurabilir miydi beni? belki de. dahası var, böylesi bir karşılaşma olası mıydı, benimle bir kadın arasında demek istiyorum. erkeklerle zamanında biraz sürtmüştüm ama ya kadınlarla? peki, artık saklamanın anlamı yok, evet, onlardan da birine sürtmüştüm. annemden söz etmiyorum, ona yaptığım sürtmekten fazlaydı.
hiçbir şey bilmemek bir şey değildir, hiçbir şey bilmemeyi istemek de öyle ama hiçbir şey bilememek, bilemeyeceğini bilmek, işte meraksız araştırıcının ruhunda huzur o zaman doğar.
sabah gizlenme zamanıdır. insanlar diri ve neşeli, düzene, güzelliğe ve adalete susamış olarak uyanırlar, sizden de bunları beklerler. evet, sekiz ya da dokuzdan on ikiye kadar olan bölüm tehlikeli süredir. ama öğleye doğru her şey sakinleşir, en amansızlar bile yatışmış evlerine döner, her şey dört dörtlük olmasa da yine de az iş becermemişlerdir, birkaç kurtulan olmuştur ama kimseye zararı dokunmayacaktır onların, her biri sayar farelerini. öğle sonrasının erken saatlerinde, yemekten, kutlamalardan, tebriklerden, söylevlerden sonra yeni bir tehlikeli süre yaşanır ama sabahla karşılaştırıldığında fasafisodur, sözü bile edilmez. saat dörde ya da beşe geldiğinde gececiler işi devralır, gece devriyesi harekete geçer. ama gün çoktan tükenmiştir, gölgeler uzar, duvarlar çoğalır, uslu bir çocuk gibi boynu bükük, yaltaklanmaya hazır, duvar diplerinden gidersiniz, saklayacak bir şeyiniz yoktur, yalnız korkudur saklanmanıza neden olan, sağınıza da solunuza da bakmazsınız, ortaya çıkmaya, gülümsemeye, dinlemeye, sürünmeye hazır durumda, insanları öfkelendirmeden saklanırsınız, mide bulandırıcı olsanız da vebalı sayılmazsınız, rezilliğiniz sınırlıdır. sonra gerçek gece gelir, o da tehlikelidir ama kendisini tanıyanlara, güneşe açılan bir çiçek gibi ona açılanlara, gece gündüz kendi kendisinin gecesi olanlara güzel şeyler sunar. hayır, gecenin de güzel olduğunu söylemiyorum ama günle karşılaştırıldığında güzel olduğunu söyleyebilirim, hele sabahla karşılaştırıldığında çok güzel olduğunu kesinleyebilirim. çünkü gecenin temizliği çoğunlukla uzman ellere bırakılmıştır. başka işle uğraşmaz bu teknisyenler ama insanların büyük kısmı katılmaz buna, düşünür taşınır, sıcak yataklarını yeğler onlar. gün linç edilir; çünkü uyku özellikle sabahları, kahvaltıyla öğle yemeği saatleri arasında kutsaldır.
önce yürümeyi öğren, sonra yüzme dersleri alırsın.
deniz kenarında kaldığım süre içinde, zayıf noktalarım gerçi kestirebileceğiniz gibi kötüleşiyordu ama belli belirsizdi b bu kötüleşme. öyle ki, örneğin parmağımı kıçımın deliğine sokup da, yahu bu dünden daha da kötüleşmiş, aynı delik olduğuna inanamıyorum onun, demekte feci güçlük çekiyordum. bu iğrenç delik konusuna yeniden dönmek zorunda kaldığım için hepinizden özür dilerim, esin perim böyle istiyor. belki onu, adını aldığı çirkin şey olarak değil de sessizce geçiştirdiğim çirkinliklerin bir simgesi olarak düşünmek daha doğru olur; saygınlığı belki de merkezde bulunuşundan ve benimle öteki bok yığını arasında bağlantı kuruyormuş gibi görünmesinden geliyor. kanımca hafife alıyoruz bu küçük deliği, kıç deliği diyerek ona, sanki aşağılamaya çalışıyoruz. ama aslında varlığın gerçek kapısı o, mutfak kapısı da ünlü ağız değil mi? gerçi hiçbir şey girmez bu delikten ya, girse bile anında dışarı atılır. dışarıdan gelen hemen hemen her şey tiksindirir onu, içeriden gelen şeyleri de sıcak karşıladığı pek söylenemez. anlamlı şeyler değil mi bunlar?
dünyada adalet olsa, durumum umutsuz olduğu için beni de diri diri gömerlerdi toprağa.
en sağlam önseziler çoğu kez böyle olanlardır kanımca, bir anlam veremediklerimizdir.
gece yarısı. yağmur camları dövüyor. sakinim. her şey uyuyor. ama kalkıyor ve çalışma masama gidiyorum. uykum yok. lambam yumuşak ve düzgün bir ışık yayıyor. ayarladım onu. sabaha kadar aydınlatacak. puhu kuşunun sesini duyuyorum. ne korkunç bir savaş çığlığı bu! eskiden hiç etkilenmeden dinlerdim onu. oğlum uyuyor. uyusun. bir gece gelecek, o da uyuyamayıp kalkacak ve çalışma masasına oturacak. ben unutulmuş olacağım.
oğlumun acısını özgürce dile getirmesi hiç de kötü gelmiyordu bana. böyle davranmak, kötü duygulardan arındırır insanı. acılar gizli tutulduğunda çok daha zarar verir kanımca.
bir izcinin çakısı neredeyse, kalbi de oradadır.
sabır oğlum, sabır, dedim. bu tür şeylerde tatsız olan şu: isteğiniz varsa olanağınız yoktur ya da tam tersi.
hiçbir şey, hiçten daha gerçek değildir.
bir yaşamın bitişi hep canlılık verir insana.
yaşamının geride kalan kısmını bu güçlü, insanın içine işleyen (yine de dondurucu olmayan), sicim gibi yağan yağmur altında, kimi kez yüzü, kimi kez de sırtı toprağa dönük biçimde geçirme olanağından yoksun oluşuna yerinirken, acılarına yağmurun neden olduğunu sanmakla yanılgıya düşüp düşmediğini, sıkıntılarının kaynağında başka şeyler olup olmadığını soruyordu kendine. çünkü acı çekmeleri yetmez insanlara; sıcak ve soğuk, yağmur ve bunun karşıtı güneşli hava, bunlara ek olarak aşk, dostluk, kara derili olmak, cinsel iktidarsızlık, sindirimle ilgili bozukluklar, kısacası saymakla bitiremeyeceğim beyin ve yardımcıları da içinde olmak üzere, bedenin aşırılıkları ve yetersizliklerinden de nasiplenmek ister onlar; katışıksız mutluluklarını gölgeleyen şeyin tam tamına ne olduğunu öğrenirler böylece. yoksa durumlarına katlanamazlar bir türlü.
gerektiğinden çok uzamış bir yaşamda sonunda aşkınızı paylaşacak birini bulduğunuzda zaman yitirmeden doya doya tat almak istersiniz; sözde aşıkların midelerini kaldıran ama aşk sahiciyse omuz silkeceğiniz aşırılıklar durduramaz sizi.
zamanı gelince eyleme geçmek için dinlendiğinizi sanırsınız ya da dinlencenizin hiçbir nedeni yoktur ama bir de bakarsınız ki çok kısa bir süre içinde hiçbir şey yapamayacak duruma düşmüşsünüz. nasıl olup bittiği önemli değil bunun. bu dersiniz, bu, ne anlama geldiğini bilmeden. belki de yalnızca eski bir şeyi benimsedim sonunda.
aşk üzerine söylenecek çok şey var; ben elim sikimde gezmişimdir kendimi bildim bileli. aşk çirkefine bulaştığımda bir insan yanılsamasına kaptırmışımdır kendimi, pantolonumu bile indirmişimdir.